“Bir Küçük Hayat Öyküsü”

Birçok şey karalıyorum.

Pek azını kaleme dökecek cesareti buluyorum.

Yazmak, kelimelere anlam katabilmek,  zor iş arkadaş.

Çünkü hissettiklerini kalbinden kalemine ve kaleminden sözcüklere dökmen gerek…

Ve eğer karşındakine hissettiremiyorsan sen boşa yazıyorsun arkadaş.

Bugünkü yazım bir küçük hayat öyküsü…

Sanmayın ki size bir hayatı anlatacağım.

Sadece hayat ile alakalı düşüncelerimi paylaşacağım.

Hepimizin yaşadığı sıradan bir hikâye…

Hayat.

Nasıl, neden ve niçin ile başlayan…

Ne zaman ile devam eden,

Ne olacak şimdi sorularıyla olgunlaşan…

Bazen farkında olduğumuz, bazen farkında olmadan yaşadığımız bir hayat öyküsü.

Soruların cevaplarını bulduğumuz, bazen bulamadığımız, hatta bazen soruların bile farkına varılmadan yaşadığımız bir hayat öyküsü.

Sevmenin, sevilmenin, değer vermenin, değer almanın peşine düştüğümüz bir  hayat öyküsü.

Oysa bu öykünün kahramanı siz değil misiniz?

Öyle ise sevmek ve sevilmekten önce kendinizi tanımalı ve sevmelisiniz.

Doğrusu ve yanlışı ile kendinizi sevebilirseniz, diğerleri de peşinden gelecektir.

Bu öykünün kahramanı siz olduğunuza göre soruları kendinize sormalısınız. Vaktinizi kendinize harcayıp kendinize yatırım yapmalısınız. Kendinizi tanıdıkça iyi ve kötü yönlerinizi geliştirebilirsiniz. Gelişim kabul etmek ile başlar. İnsan hatalı olduğunu kabul edebildiği noktada gelişim basamaklarında birinci merdivene çıkmış demektir. Gelişim hayat boyu devam edecek bir süreçtir. Kendinizi geliştirdikçe aradığınız soruların cevaplarını da bulacaksınız.

Hayatınıza bir sürü insan girecek.

Bazısı gelip geçici,

Bazısı arkadaş,

Bazısı dost

Belki bir tanesi Hayat Arkadaşınız olacak.

Mühim olan kendi öykünüzdeki figüranlar ile zaman harcamamaktadır.

Sadece size gerçekten değer veren, hayatınızda kalacağına inandığınız insanlara zaman harcayın. Çünkü diğerleri er ya da geç gidecekler ve sizi çaldıkları zaman ve kayıplar ile baş başa bırakacaklar.

Resim

Hayat bir kitap ise; her sayfasını, her paragrafını ve her kelimesini yavaş ve dikkatlice okuyun.

Okuduğunuzu iyi anlayın ve keyfini çıkartın.

Çünkü bu kitabı sadece bir kez okuyacaksınız.

Zaman sizin, Yaşadığınız hayat sizin.

Kendi öykünüzün kahramanı olarak hayatın elinizden kayıp gitmesini beklemeden harekete geçin.

Çünkü eninde sonunda kitap bitecek ve rafa kaldırılacaktır.

Resim

İgal Biton

Mutluluk Bağımlılığı

Bloguma Şubat ayı için misafir olan blogger: Uzun süredir paylaşımlarını keyifle takip ettiğim Sakarpiyon Oğuz.

Kendisine beni kırmayıp blogumun konseptine uygun Hayat ve Tecrübeler ile alakalı bir yazı yolladığı için ayrıca teşekkür ederim.

Ben “Mutluluk Bağımlılığı” yazısını çok sevdim. Umarım siz de çok seversiniz:

Resim

Sevgili İgal beni blogunda misafir etmeyi kabul ettiğinde tek ricası, blogunun genel konseptine uyabilmesi için “hayat ve tecrübelere dair” bir yazı olması gerektiğiydi.

Sanırım delice çıkışlarımdan ve belki de küfürbaz ağzımın siyasete bulaşmasından endişe ediyordu.

Küçük bir gülümsemeyle geçiştirdim bu endişesini.

Hal böyle olunca önceden düşünmeden, üzerinde pek vakit harcamadan yazmak istedim bu yazıyı.

Sanmayın ki sallapati bir yazı olacak bu, ancak çok ağır bir dili olmasa da sabun köpüğünden hallice olacağını bilmenizde fayda var.

Günümüz insanının, genelde “sosyal medya” adı verilen özelde de facebook, twitter, instagram, vine, pinterest, foursquare, youtube gibi adlarla anılan devasa bir canavar ile güreşenler için farklı bağımlılıklar söz konusu.

Eskiden bağımlı denildiğinde anlık mutluluk, keyif verici ama uzun vadede zararlı şeyler akla gelirdi. Bu maddelerin ve davranışların en bilinenleri; sigara, alkol, uyuşturucu, kumardı. Sonra zamanla farklı şeyler bu kavramlara dâhil olmaya başladı.

Sosyolog, Psikolog gibi ünvanlarım olmadığı için diğer kavramları işin içerisine karıştırmayacağım, onları uzman arkadaşlarımıza bırakıyorum.

Artık hepimiz birer mutluluk bağımlısı haline geliyoruz, kimimiz hızlı kimimiz yavaş, ama sonumuz buraya doğru gidiyor. “Fast Food” kültürü hayatımızın her anına epey “Fast / Hızlı” bir giriş yaptı.

Her şeyi hızlıca yaşıyor, hızlıca tüketiyoruz.

Bu hızlı yaşayış esnasında mutluluklarımız da çok hızlı ve anlık oluyor.

Burada size bir videoya şu kadar saniye, bir görsele şu kadar saniye bakıyoruz vb. gibi teknik veriler yazmayacağım, onlar zaten uzman olan/olmayan herkes tarafından dile getiriliyor. Mesele, hepimizi mutluluk bağımlısı haline getiren, bu hızlı yaşam ve tüketim kültürünün giderek hızlanan aynı zamanda yaygınlaşan teknoloji sayesinde acımasızca üzerimize gelmesidir.

Paylaşımlarımızı yaptıktan sonra gelen beğeni, ilave paylaşım ve yorumlar yüzümüzü güldürüyor, beynimizde anlık mutluluk dalgalanması oluşturuyor.

Ancak bu tatmin o kadar kısa sürüyor ki hemen bir yenisine daha ihtiyaç duyuyoruz.

Paylaşımlarımıza herhangi tepki gelmediğinde ise nötr kalmak yerine daha da vahim bir şekilde mutsuz oluyor, neden beğeni veya yorum gelmediğini, neden paylaşılmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Bunun bir aşama ötesine geçenler ise artık kimse tarafından sevilmediğini düşünmeye kadar vardırıyor işi.

Bu kez peş peşe daha çok paylaşım yapıyor ve sosyal medya hesaplarının başında gelecek bildirimleri beklemeye başlıyor. Bu özellikle uyuşturucu kullananların yaşadığı aşırı doz tüketimine benziyor.

Lafı çok uzatmayacağım, birçoğumuz bu söylediklerimi görüyor belki de farkında olmadan yaşıyoruz. Ben mutluluk bağımlılığını daha çok şuna benzetiyorum; bir çocuğa her hafta yeni bir oyuncak aldığınızda giderek yeni oyuncaklardan aldığı haz, mutluluk ve yeni oyuncaklarla oynama süresi azalıyor, eskilerin ise yüzüne bile bakmıyor.

Bu duyguyu sürekli yaşamak isteyen çocuk için oyuncak edinme süresi kısalmak zorunda kalıyor ve oyuncukların maddi değerinin göreceli olarak yükselmesi gerekiyor. Aksi durumda çocukta davranış bozuklukları gözlenmeye başlıyor. İşte bu aşama da bağımlılık ve aşırı doz tüketimine bir örnek oluşturuyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor? Günümüzde internet, oyun ve sosyal medya bağımlılığına yönelik klinik tedavilerin uygulandığını duyuyoruz. Yukarıda da dediğim gibi ben bu işin uzmanı değilim, size bir uzman gözüyle çözüm yolu öneremeyeceğim. Eğer bir uzmandan yardım almadan bu bağımlılığın etkisini azaltmak gibi girişimleriniz varsa yapacağınız en güzel ve basit şeylerden birisi hobi edinmek olabilir.

Bunların dışında, binlerce yıldır insanlara eşlik eden kitap okumak, müzik dinlemek gibi alışkanlıkları kazanmak olabilir. Benim bir dönem yaptığım da belki size bir fikir verebilir. Fotoğrafa yeni başladığım dönemlerde, bazı fotoğraf paylaşım siteleri ve facebook sayesinde amatör/profesyonel fotoğrafçılardan oluşan topluluklarla tanışmaya başladım. Bazılarının kuruluşunda yer alırken bazılarının içerisine dâhil oldum. Artık o gruplarla eskisi kadar sıkı bağlarım olmasa da, onların sayesinde bugün halen görüştüğüm sıkı dostlar edindim. Ayrıca kazandığım bilgi ve tecrübe de işin cabası oldu.

Kısacası sizler de yürüyüş, bisiklet, fotoğraf, el işleri, sanat faaliyetleri gibi girişimlerde bulunabilirsiniz.

Bunları yaparken sosyal medyadan, internetten, teknolojiden tamamen uzak durmak zorunda değilsiniz, ama moda deyimiyle bir “teknolojik detoks” yapmanızda fayda var.

Sevgilerimle.

Sakarpiyon

Oğuz Sakarpiyon Kimdir?

Resim

İstanbul’da yaşıyorum, özel bir bilgisayar şirketinde Bilişim, Sosyal Medya Danışmanı ve aynı zamanda serbest fotoğrafçı olarak çalışıyorum. Şimdi bazı arkadaşlar gibi “çocukken acayip fotoğraflar çekerdim, harika çocuktum, fotoğraf dehasıydım, fotoğraf için doğmuştum” gibisinden söylemlere falan girmeyeceğim.
2007 yılından beri profesyonel olarak dijital fotoğrafçılıkla uğraşıyorum ve teknolojinin her nimetinden faydalanıyorum. Sanatsal fotoğrafların dışında, Gelin-Damat (Düğün), Doğum-Bebek, Moda, Kişiye Özel Portre, Ürün, Katalog, Mimari ve 360 derece Mekan fotoğrafları çekiyorum.
Arada sırada da kısa karalamalarımı sosyal medya üzerinden #DeliDefteri etiketiyle Berduş mahlası altında yayınlıyorum.
Böyle duyurdu Berduş!