İnsan mıdır doğaya hükmeden, yoksa doğa mıdır insana hükmeden?

İnsanoğlu varoluşundan beri bir savaş içerisinde, durmaksızın devam eden tek taraflı ve kazanamayacağı bir savaş…

Dünya bir toz bulutuydu. Evet; gülümsediniz biliyorum ama bu savaşı anlamak için en başa gitmek gerek.

Jeologların edindiği kapsamlı ve geniş bilimsel kanıtlara dayanarak, Dünya‘nın yaşının yaklaşık 4,54 milyar yıl olduğuna karar verilmiştir.

Araştırmacıların araştırmalarına göre 100 bin yıl önce ilk insanların bıraktığı aletler ve eşyalar var.

Bizim insan türümüzün adı ise hepinizin bildiği gibi Homo Sapiens.

Homo Sapiens yani modern insan, 60 bin yıl önce günümüzdekine evrilmiş haldeydi.

Bizim kadar beyni olan insan türü: Homo Sapiens olduğu için modern insan 60 bin yıl önce ortaya çıktı diyoruz.

Bu da bize 60 bin yıla yayılmış, son birkaç yüzyılda ise hızını ve yıkıcılığını artırmış bir savaşın varlığını anlatıyor.

İnsanın var oluşundan beri hayvanlar ile ayrılan en büyük özelliği beyin yani düşünebilmesi ve bu sayede evrilip hayatını kolaylaştırdığı düşünülmüştür.

Bugün günümüzde insanoğlunun kendisine ve doğaya verdiği zararı düşünce insan çelişkiye düşüyor.

İnsanın doğa ile olan savası aslında ve kendisiyle olan savaşıdır.

Ve öyle bir savaş ki, aslında kazanamayacağı bir savaş veriyor insanoğlu…

Bu savaş aslında düşündüğümüzde anlamsız ve tek taraflı bir savaş.

Geçmişten günümüze doğa ve insan arasındaki mücadele incelendiğinde, ilkel dönemden sanayi devrimine kadar olan süreçte doğanın belirgin üstünlüğü mevcutken, sanayi devrimi sonrası ilerleyen teknoloji ve bilgi birikimi sayesinde insan bu savaşta doğaya üstün gelmeye başlamıştır.

İnsanoğlunun para kazanma hırsı, egoları, şehirleşme, beton seviciliği ve sanayi ve teknoloji devrimi birleşince insanoğlu dünya tarihindeki en tehlikeli ve en acımasız yaratık oldu.

İnsanoğlu olarak, doğa üzerine havadan karadan denizden bombalar yağdırıyor ve doğayı anlamsız bir şekilde katlediyoruz.

Her şekilde, tüm gücümüz ile ve sınırsızca doğaya saldırıyoruz.

Doğa ise şu an geri çekilmiş yaralarını sarmaya kendini iyileştirmeye çalışıyor.

Mutlak bir gerçek var ki, Doğa insansız olur lakin insan doğa olmadan yaşayamaz.

Yani dua edelim Doğa bize karşılık vermesin.

Thomas Huxley’ e göre, “Hayvanlar için dünya bir gladyatörler gösterisi gibidir… Burada en güçlüsü, en hızlısı ve en kurnazı bir başka gün tekrar savaşmak için yaşamaktadır”.

Belki doğru, ama size bir soru soracağım. Siz hiç doğayı katleden bir hayvan gördünüz mü?

Bu inanılmaz döngü ve savaş içerisinde güçlü olanın ayakta kaldığı, hayvanların bazen avcı bazen de av olduğu vahşi gibi gözüken ama muhteşem bir düzen var hayvanlar arasında.

Biz insanoğlunun belki de hiçbir zaman anlayamayacağı ve çözemeyeceği bir doğa düzeni bu.

Son Söz:

Hubert Reeves’ den gelsin. Her şeyin özeti çünkü:

“Doğa ile savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz.”

 

Ağustos Böceği ile Karınca…

 

Hikâye budur ya; La Fontaine fabllarında hayvanları konuşturup, bir hikâyesinde Ağustos böceği ile karıncayı karşı karşıya getirir.

Karınca çalışkan, takım oyununa yatkın, kendi yükünün 30 katı yiyeceği bile taşıyabilen, yaz günü kış için yuvasına yemek stoku yapan, devamlı çalışan ve yorgunluk bilmeyen bir karakterdir.

Ağustos böceği ise sorumsuz, kış için hazırlık yapmayan, genelde bireysel takılan, saz çalıp eğlenen, geleceğini veya kış aylarını pek de düşünmeyen bir karakterdir.

Yaz bitip, Kış kapıyı çalınca, Ağustos Böceği aç kalıp yemek için Karıncanın kapısını çalar.

Hepimiz bu hikâyeyi dinleyerek büyüdük.

Geçenlerde gerçek hayatta bunun doğru olmadığı açıklandı.

Çünkü yapılan araştırmalara göre, ağustos böceği, 17 sene toprak altında kaldıktan sonra sadece 4 hafta eş aramak için toprağın üstüne çıkan bir hayvanmış.

Ağustos ayından sonra hayatta kalamadığı için de kış için herhangi bir hazırlık yapmasına gerek kalmıyor.

Her Hikâyenin bize verdiği dersler vardır.

Burada birinci çıkarılması gereken ders; her anlatılan hikâyeye araştırmadan ve sorgulamadan inanmamaktır.

Bize öğretilen her yeni bilgiyi, körü körüne doğru kabul etmektense, ilk önce araştırmak ve sonra doğruluğunu kabul etmek gerekmektedir.

İkinci çıkarılması gereken ders ise hayatta hepimizin önyargılı olduğudur.

Hayatta bizi belki de hepimizde olan ve kolay kolay kurtulamadığımız en önemli duygusal kanı veya yargı…

Bazı insanları daha tanımadan sadece onlarla alakalı ufak bilgi kırıntıları ile o insanlar hakkında bir şeyler bildiğimizi sanabiliyoruz. Onların hayatlarının nasıl olduğu ve hatta bazı davranışlarını neden yaptıklarını bile bildiğimizi sanıyoruz.

Platon der ki:

“Hiç kimseyi, başkalarının anlattığı hikâyelere göre yargılama.”

Benim çok sevdiğim bir laftır.

Çünkü: Hikâyeyi her anlatan, farklı bir bakış açısı ve farklı bilgiler ile hikâyeyi size anlatır. Dolayısıyla sizde aynı hikâyeyi farklı kişilerden dinledikçe, anlatan kişiye göre bakış açınızı ve fikirlerinizi değiştirebilirsiniz.

Bir Kızılderili atasözü der ki:

“Bir insanı anlamak istiyorsan, gökte üç ay eskiyene kadar onun ayakkabılarıyla dolaşmalısın.”

Size önerim: bir kişi veya bir olay hakkında fikir sahibi olmadan, ilk o olayı veya kişiyi kendiniz araştırın.

Sonra önyargılarınızı bir kenara bırakıp hikâyeyi farklı masalcılardan dinleyin ki, her yeni dinlediğiniz hikâyede farklı bakış açılarını ve farklı detayları keşfedebilin

Albert Einstein der ki:

” Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur. ”

Önyargı; sizlerin hikâyelerinde masal kahramanına vurduğunuz zincirlerinizdir.

Önyargılarınızdan kurtulursanız, hikâyelerinizdeki zincirlerinizden de kurtulursunuz.

Önyargısız olarak, kendi hikâyenizi yazabilmeniz ümidiyle…

İgal

An’ da kalın…

Uzun zamandır bir şeyler yazayım istiyorum. Kısa veya uzun fark etmeksizin yazmak istiyordum.

Neden ve nasıl diye düşünmeden sadece yazmak. Zihnimi boşaltmak için yazmak.

Ara ara aklıma gelen ve aklımda kalan bir kelime: “an ’da kalmak”

Yine bir dost sohbetinde arkadaşım: “bir daha hiçbir zaman bugünkü kadar genç olmayacaksın” dedi…

Haklıydı aslında.

Zaman akıp giderken bizim için en önemlisi doğru insanlarla birlikte olmak, kaliteli vakit geçirebilmek.

Bence en önemlisi an ‘da kalmak,  anı yaşayabilmek.

Neden mi?

Hayat akıp giderken bize hatıraları bırakıyor yani anlar.

Anlar: iyi, kötü, üzgün, neşeli, kızgın, çılgın…

Anlar işte.

Hala gidilecek çok yer, edilecek çok sohbet, içilecek çok içki, tadılacak yeni yemekler belki de tanıyacak yeni insanlar var.

An’ da kalmak aslında dünyanın her döneminde farklı kişiler tarafından farklı şekillerde dile gelmiş bir an teorisi, felsefesi ya da yaşam biçimi…

Şair Theocritus, MÖ 3. yüzyılda ” Yaşam varsa, umut da vardır; sadece ölülerin umudu bulunmaz. ” diye yazmıştır.

Jules Verne, “Dünya’nın Merkezine Yolculuk” isimli eserinde “Yaşamın olduğu yerde umut da vardır.” diye yazmıştır.

Amerikalı yazar Denis Waitley de sözü aynı şekilde kullandı.

Birçoğumuzun son dönem izlediği (The Theory of Everything)  filmi ile tekrar gündeme gelen, belki de dünyanın en zeki adamlarından biri Stephen Hawking ile tekrar gündeme gelmiştir.

Stephen Hawking, Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir.

hesrsey-ic

Kendisi On iki onur derecesi almıştır. 1982’de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society’nin  ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi) üyesidir.

14 Haziran 2006’da Hong Kong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nde katıldığı seminerde, bir trafik kazası sonucunda felç olan Bun Tsai, Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking’e kişilerin ötenazi ile kendi yaşamlarına son vermelerinin etik olup olmamasıyla ilgili bir soru yöneltti.

Kendisi de ötenazinin yasallaştırılması için çalışmalar yürüten Tsai’ye, Hawking içerisinde ikonik hale gelmiş bir söz ile yanıt verdi:

“Bir kurbanın, eğer ki istiyorsa, kendi yaşamına son verme hakkı olmalıdır. Ancak bence bu büyük bir hatadır. Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün, her zaman yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Mutlaka başarabileceğiniz bir şeyler vardır. Yaşam olduğu sürece, umut vardır.”

stephen-hawking-017_1461654232_725x725-600x337.jpg

“Yaşam olduğu sürece, umut vardır.”

870f1c74fda02e3f1774986eba39d98c

Evet, gerçekten beni etkileyen bir söz oldu.

O yüzden hemen enseyi karartmayın.

Bazen sıkılırsınız, üzülebilirsiniz ama asla umutsuzluğa kapılmayın.

Yaşadığınız hayat için de şükretmeyi unutmayın.

Her zaman daha iyisi olabileceği gibi, hayat size daha kötü tecrübeler de sunabilir.

Bizim için en önemlisi bulutların arasından güneşi görebilmek…

Çünkü bazen; siz görmeseniz de güneş her zaman yerinde ve  parıldamaya devam ediyor.

Sevgiyle kalın.

An’ da kalın.

İgal

 

Hayat sadece yaşamak değil, iz brakmaktır.

Evet;

Uzun zamandır yazmıyordum. Her insan gibi benim hayatımda da iyi ve kötü bir şeyler oluyor.

İyi şeyleri yazmak bu kadar kolayken; bazıları için kötü deneyimleri paylaşmak bir kat daha zor oluyor.

Tanıyan bilir. Olabildiği kadar pozitif enerjiye ve gülmeye inanan biriyim.

Son dönemlerde birçok karmaşık yol ve olaydan geçtim.

Bir hastalık geçirdim, şimdi şükür iyiyim…

En yakın olduğum, çok sevdiğim teyzemi maalesef kaybettim.

Kendimle baş başa kalıp sohbet etme imkânım oldu.

Hayatı da sorguladım tabi.

Ama hayat sizin sorgunuza cevap vermiyor.

Sadece olacakları önünüze koyuyor ve size de onla yaşamak, başa çıkmak kalıyor.

Yazı yazmayı,  sizlerin beni okumasını ve  yorum yapmanızı da özledim…

Ama hayat bir bisiklete binmek gibidir. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz.

O yüzden ben de pedalları tekrar çevirmek zorunda hissettim kendimi.

Genelde hayat ile ilgili yazıyorum. Çünkü hayat bizim bu dünyadaki en büyük  sınavımız.

Karşımıza çıkan iyi ve kötü olayları karşılama, onlara tepki verme ve öğrenme sınavımız.

İyi şeylere nasıl tepki veriyorsun, kötü şeyler ile nasıl mücadele ediyorsun işte onun sınavı…

Güzel olan şey ise; bunlardan ders çıkarabilmek ve hayattan öğrenebilmek.

Bana göre Hayat’ın size en önemli öğretisi ise yaşarken öğrenmek. Çünkü hayat; yaşarken öğretebiliyor ve yeterince güçlü isen seni bile değiştirebiliyor. Yeter ki öğrenmeye ve yeniliğe açık ol…

Bir de hayatı sizle kesişen insanlara dokunmak var tabi. Onlara dokunabilmek, güzel şeyler paylaşabilmek ve iyi anılar bırakabilmek.

Kim ne derse desin, hayatınızda ne olursa olsun, siz iyiliğe dokunun. Hayatınızdaki insanlara hep pozitif olun ve iyiliğinizi yansıtın.

Hayat sadece yaşamak değil, iz bırakmaktır.

Ve iz bırakmak isteyenlere bir tavsiye: Ralph Waldo Emerson’dan gelsin:

Yol sizi nereye götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki; iz bırakın.

vkvyc

Hayatta iz bırakmak önemli evet ama asıl önemlisi sizin o izi nasıl bıraktığınızdır.

Hayata sizin attığınız imza; insanların isminizi duyduğunuzda  yüzlerinde beliren tebessüm olsun.

İyi haftalar;

İgal

Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin…

Niye bu yazıyı yazıyorum ?

Genelde hayat hakkında, insanlar hakkında iyi insan olmak hakkında filan yazıyorum.

Fakat belli ki ya çok az insan beni okuyor ya da çok az insan bunu hayatında uygulamak istiyor.

Son dönemde ne mi gördüm ?

Çıkar dostlukları, çapraz ticaret ilişkileri, al gülüm ver gülüm arkadaşlıklar, kendi olmayan veya olamayan insanlar…

Bu hayatta bir yolunuz olsun istiyorum, bir duruşunuz, hayalleriniz, çok mu ?

Az Bile…

Neden çoğunuz beceremiyor ?

Vizyon yok, misyon yok, yarın ne olacağımız belli mi zihniyeti…

Varken yaşayayım, yokken bakarız zihniyeti…

Bir daha mı geleceğiz dünyaya, rahat rahat yaşayalım zihniyeti…

Yaşayın tabi, size karışan yok.

Ama insan olun istiyorum yaşarken, bir çoğumuzun becerebildiği gibi…

Hayal kırıklıkları, hatalar, kötü ve iyi yönler…

Hepsi insalığa dahil.

Neden beceremediğinizi söyleyeyim.

Ego, İd ve Superego’ nuz yok mu…

Sizin değil onların suçu hep.

Ağladığınızda aciz duruma düşeceğinizi, hatanızı kabul ettiğinizde zayıf karakterli olacağınızı, özür dilediğinizde güçsüz görünebileceğenizi  düşündürüyorlar size…

İnsan olmak sadece güçlü olmak veya güçlü görünmek değildir.

Bu hayatta gerçek güç yardıma muhtaç olanlara yardım etmektir. Güçsüz iseniz yardım istemektir.

Kaçımız bunu becebiliyor pek emin değilim.

Size tavsiyem maskelerin ardına gizlenmeyi bırakın artık.

Maskenizi çıkarıp aynaya bakın.

v-for-vendetta-80462

Siz kimsiniz?

Bu hayatta neler yaptınız ?

Yolculuğunuz nerede başladı ve nereye gidiyor ?

Bunu ilerde hayal kırıklığına uğramadan hemen yapın.

Çünkü maskeleriniz er geç düşer bu hayatta.

Elbet kandırdığınız kişiler, sizin kim olduğunuzu öğrenecek ve siz de bir gün kendiniz ile yüzleşeceksiniz.

O yüzden kendi hayatınızdan rol çalmaya ve başkalarının hayatından zaman çalmaya bir son verin.

Oscar Wilde’ın dediği gibi “Kendiniz olun; zaten başka herkes alınmıştır”

Minimalist_Quotation_Print_Samuel-Johnson_08-artmanik

Hayal etmekten vazgeçmeyin…

Zor olan insan olmak mı, iyi insan olmak mı bilmiyorum.

Bazılarınız iyi değilsiniz.

Hem de hiç iyi değilsiniz.

İyi olmamanız aslında işin en kötü tarafı da değil…

En kötü tarafı; bunun farkında olmanız ve bunun için hiçbir şey yapmamanız!

İyi olmak, bir erdemdir ve bu dönemde iyi insan bulmak gerçekten zor.

İnsanlar bencil ve hep kendini düşünüyor.

İnsanlar saldırgan.

İnsanlar aslında çevresi ne kadar kalabalık olsa da bir o kadar yalnız.

Bu yalnızlıkta tutunacak bir dal, bir arkadaş, bir dost arıyorlar.

Buna ulaşmak için birçok yol denerken işin enteresan tarafı bir şeyleri hayatın halletmesine izin vermiyorlar.

Bu kadar dolambaçlı yollardan gitmek yerine iyi insan olmayı deneseler belki de hayat onlara farklı sürprizler hazırlayacak…

Başka insanlara yardım eden, zor zamanlarda onların yanında olan insan sayısı giderek azalıyor.

Acaba “insan” ırkının nesli hızla tükeniyor diyebilir miyiz?

Belki de…

İnsan olmak, bu kadar da zor olmamalı.

İyi İnsan olmayı; maalesef ben size öğretemem.

Onu kendi hayat çizginizde yürüyüp, hayatın size getirdiği güzellikleri ve zorlukları eğrisi ve doğrusu ile kabul edip, karşınıza çıkan zorluklara göğüs gererek siz keşfetmek zorundasınız.

Hayat çok kısa olduğundan, başkaları ne düşünür diye düşünmekten sıyrılıp, canınız gerçekten ne istiyorsa onu yapın.

Dondurma yiyin, Dans edin, Spor yapın ve daha çok gülümseyin mesela.

Her gün tanımadığınız birkaç kişiye gülümseyerek selam verin.

Bir gün hiç yapmayacağınız bir şeyi sadece denemek için yapın.

Ya da bunların hiçbirini yapmayın. İçinizden ne geçiyorsa onu yapın.

Aslında yaşadığınız hayatın ne kadar renkli olduğunu ve size farklı sürprizler hazırladığını göreceksiniz.

Ne yapacağını bilmeyen, yol haritası olmayan, gelecek hayali kurmayan insanlar görüyorum.

Yol haritası sizin karanlıktaki ışığınız ve umudunuz ise hayat yolundaki kılavuzunuzdur.

Siz, siz olun kendinize bir yol haritası çizin, hayallerinizden asla vazgeçmeyin.

O yolda yürümeye devam edin bir bakmışsınız siz de İyi’ler arasına katılmışsınız.

Son Söz çok sevdiğim bir sanatçı Pablo Picasso’dan gelsin.

 Hayal edebildiğiniz her şeygerçektir.”

hayal-etmek

İgal Biton

“ AN ”ımda tertemiz…

Misafir Blogger uygulamamızda sıra Ağustos ayına geldi…

Ağustos ayı için uzun süredir beğenerek takip ettiğim birini seçtim.

Bu ay misafir blogger olarak seçtiğim kişi: Serra İnce

Gerçekten pozitifliği ile en negatif gününüzde bile sizi gülümsetebilecek nadir insanlardan biri Serra.

Serra aynı anda bir kaç şeyi bir arada yapabiliyor. Alarko Turizm Grubunda Pazarlama bölümünde çalışan Serra aynı zamanda yazıyor, çizim yapıyor ve farklı eğitimler ile sevgiyi yayıyor.

Bu yaz yaptığı tasarım çantalar da çok beğeni kazanmış durumda. Nerden mi biliyorum ? Hepsi satıldı 🙂 

Ondan yazı istediğimde önce tereddüt etti sonra çok yoğun olmasına rağmen beni kırmadı. 

Misafir blogger’lar için tek kuralım: blogumun “hayat” ile alakalı konspetine uygun bir yazı yazmaları…

Serra’da hayat’a dair kısa ama çarpıcı bir yazı yazmış:

İgal’in, evrenin ona gönderdiği her şeyi iyi, kötü ayırt etmeksizin kabul edici tarafını keşfettiğim günden beri takip ettiğim blogunda bana da yer vermek istediğini duyduğumda çok sevindim..

 Bu değerli bloga ben de eğer bir nefes katabilirsem ne mutlu bana..

Sevgiyle…

“ AN” ımda tertemiz…

Her sabah uyanıyorum.

Elimi, yüzümü yıkıyorum.

Sonra temizlenmiş kıyafetlerimi giyiyorum.

Tertemiz arabama biniyorum, işe gidiyorum.

Masam her zaman tertemiz, düzenliyimdir.

Sonra içime dönüyorum, bakıyorum kıyafetlerim temiz, tenim temiz, peki ya ruhum?

Ruhum temiz mi?

Hayat, karşıma neler çıkardı..

İyi ki üzmüşler beni,

İyi ki canımı acıtmışlar,

İyi ki yaşadığım her şeyi yaşayıp, bugün olduğum kişi olmuşum…

Ruhumun temiz olduğu kadar vicdanımda temiz.

Geçmişim geçmişte, geleceğim bende, “AN”ımda tertemiz bir halde!

 Serra İnce

 10617369_10154535952910722_894975818_n

Serra Hakkında:

1 Nisan 1987 doğumlu Serra, Koç burcunun özelliklerini taşımakta…

Bilgi Üniversitesi Sahne ve gösteri sanatları yönetimini bitiren Serra; şu anda Alarko Turizm Grubunda Pazarlama Yöneticisi olarak çalışıyor.

Kendini tarif ediş biçimi:

“ Senelerdir çizim yaparak, yazı yazarak, sevgi vererek, yarattıklarımı evrene bir yaratım olarak bırakmaya çalışıyorum. Sevgi benim için her şeydir.”

Serra’ya ulaşmak için:

Instagram: @serraince

Yaşamla İdrak Arasındaki Çizgi

Evet, geldik Temmuz ayına…

Temmuz ayı Doğum günüm olması itibari ile benim için çok özel bir aydır.

Bu yüzden bu ay misafir bloggerımın çok özel bir insan olmasını istedim. Hatta bu yazı için bir kaç aydır kendisini yakalamaya çalıştığımı itiraf edeyim. Ama insan istediği zaman uğraşsa da başarıyor. 🙂

Vera’ yı uzun süredir sosyal medya’dan ve yazılarından takip ediyorum.

Müthiş canlı, pozitif, kıpır kıpır, zamanını dolu dolu kullanan, hem fotoğraf çekip hem yazı yazabilen çok yönlü bir foto blogger kendisi…

Lafı fazla uzatmadan sizi güzel yazısı ile baş başa brakayım:

 

Sevgili İgal renkli blogunda bana da yer vermek istediğini söylediğinden beri, yaşamı yazmakla ölümü yazmak arasında seçim yapmaya çalışıyorum…sanırım nefes alma şansımız olduğu sürece, kredilerimi yaşamaktan kullanacağım…

Yaşamla İdrak Arasındaki Çizgi

Ne zamandan beri ayaklarınızın her noktasının yere basmasıyla vücudunuzun ağırlığını hisseder oldunuz?

Duruşu geçtim; taşıyabiliyor musunuz?…

Benim için yaşamak, ikiye ayrılıyor.

Birincisi bize verilen öğretilerle, çocukluğumuzda verilen değerlerle, aynı algıyla sorgulamadan yaşamak…

İkincisi ise etrafı özümseyip, içselleştirip, sorgulayıp, benimseyip idrak ederek ve bütün bunların sonucunda kendimize uyan seçimleri yaparak yaşamak…Bunun evrensel adı ÖZGÜRLÜK!..

O kadar kademeli o kadar değişebilen, caydırabilen, kandırabilen, karar değiştirtebilen, pes ettirebilen bir yol ki ikinicisi; tamamen özgür hissedene kadar, bütün yola deydiğini anlamak pek mümkün olmuyor…

Bazıları yoldan dönüyor, bazıları deli diyor…

Bense ayaklarımdaki seksen tane sinirin yere değdiğini idirak ettiğim zamanlara YAŞAMAK diyorum…

Bir kuşun denizden kapmaya çalıştığı balığı seyretmek yetebilirken, yağmurun damlasının yüzüme vurmasıyla rahatsız olduğum yıllara inat, selde gözlerim açık durup gökyüzüne büyüteçle bakabilmeye yaşamak diyorum…

Sanırım hakkıyla yaşamak ise; gerçeklerle barışık olup, yargılamadan koşulsuz kabullenmekle başlıyor.

Yıl ortasında dileyebileceğim en içten dilek; sıcak, gerçekçi ve çok samimi bir yazımız olması…

Vera Caen Anahmias

392251_10150536381269052_389166181_n

Vera’ya Dair…

1980 yılında İstanbul’da doğdum. 2003’te İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünden mezun olduktan sonra Mingus Design Studios’da fotoğraf ve tasarım işleriyle uğraştım.

Fotoğraf ve görsel tasarımı, doğum mucizesi ile birleştirmem ilk bebeğimle oldu. 2007’den beri çektiğim aile, bebek, doğum ve doğum sonrası fotoğraflardan sonra bir adım ileri gidip butik bir şekilde aileye özel albüm içi parspartulu tasarımlar yapmaya başladım.

Fotoğrafın sanatsal boyutunu yeni bebekle yaşanan yoğun duygularla birleştirmek çok keyifli işler çıkarmamı sağladı. 2010 yılında Julia Steils Paçacıoğlu’ndan İçsel Doula Eğitimi aldım.

Doğumlara şahit olup destek olabilmek, artık içsel bir yolculuk olmuştu…

Ailenin hayatlarındaki o mucizevi AN’ları karelerde görüntülemek, yaptığım işi kıyaslanamaz kılıyor…

21832_337277219051_1438924_n

Yazı hayatim ise 2002-2006 yılları arasında İstanbul Life dergisinde yazmakla başladı…

2013 Mart ayından beri hthayat.com sitesinde ‘günlerin köpüğü’adlı köşemde, yüzeye çıkan günlerimi paylaşıyorum…

Misafir Blogger’ımın tüm yazılarına ulaşmak için:

http://www.hthayat.com/yazar/vera-caen-anahmias

 

İnsan Olmak…

Herkes ve herşey hızla değişiyor..

Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor.

Herkes bir şey kovalıyor…

İş, güç, para, pul, ilişki, o ve bu…

O kadar uğraş, o kadar çaba…

Bakıyorum ve hayret ediyorum.

Çabalamak güzel, iyi de.

Bu kadar çabayı biraz da insan olmaya çalışmaya harcasak ya…

Görüntü

“Yaşamın Anlamı”

Evet geldik haziran ayına.

Mayıs ayının sonunda yazılmış ama biraz ertelediğim bir yazı var.

Mayıs ayı için çok çok eskilere giderek ondan yazı yazması için bir çocukluk arkadaşımdan rica ettim.

Serra’cım da beni kırmadı hemen yazısını yolladı.

Evet Blogumun Mayıs ayı konuğu “Serra Ilgaz”

Kendisinin yazısını biraz ertelemeli yayınladığım için de ondan özür diliyorum. Umarım beni bağışlar 🙂

Yazısı o kadar güzel ki size Serra’yı övmek yerine  sizi onun yazısı ile başbaşa brakıyorum. 🙂

“Yaşamın Anlamı”

Tarifi imkânsızı tanımlamak mümkün mü?

Varlığımız da yaşamın anlamın sorguladığımız ilk anlardan biri: Bir bebeğin ellerini keşfettiği o ilk an. Zamanın durduğu, var oluşun ilk sorgulamalarından birinin yapıldığı o mucizevî an…

Yüzyıllar önce filozoflar da hayatın anlamını sorguladılar​​. Aristo dünyaya işaret ederken, Platon gökyüzüne işaret etti.

Helenistik dönemde, filozoflar hayatın anlamını edinilen maldan serbest kalarak zenginlik, güç, sağlık ve şöhret isteklerini reddetme olarak tanımladılar.

Hedonist dünya görüşü bedensel haz üzerine kurulmuş bir hayat anlayışından bahsetti oysa Epikuros mütevazı zevkleri arayışı övdü.

17. ve 18. yüzyıllarda John Locke, Jean – Jacques Rousseau ve Adam Smith gibi erken düşünürler emek ve varlık yoluyla hayatın anlamını bulma ve bu amacı destekleyen bir ortam yaratmak için sosyal sözleşmeleri kullanmayı ön gördüler.

19. yüzyıl devam ederken Faydacılık “en büyük mutluluk ilkesi ” olarak hayatı tanımladı.

Aynı dönemde Nihilizm hayatın nesnel bir anlamı olmadığını öne sürdü.

20. yüzyılda hayatın anlamı ile ilgili biyolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında insan varlığını yeniden değerlendirme girişimlerinde radikal değişiklikler gördük (pragmatizm ve mantıksal pozitivizm, varoluşçuluk, seküler hümanizm gibi)

 

 

Bugün,

Toplumlarda devam eden en büyük değişim bilgi paylaşımın kolaylaşmış olması. Tüm düşünceler ve bilgiler bizden bir parmak uzaktalar. Ve biz daha kapsamlı bir “kendimizi anlama” arayışının peşindeyiz.

İletişim becerilerimiz ile birlikte kolektif hafızamız ve tanımlama yeteneğimiz de gelişiyorlar.

Gelecek daha da önemli değişikliklere gebe.

Bu eğilim bizlerin iş yapma biçimini ve yaşam anlamımızı da etkilemeye devam edecek.

Zaman değişiyor, dogmaları değişiyor, ilişkiler değişiyor, beğeniler değişiyor fakat hayatın özü hala burada…

Hayatın anlamı hatırlamaya değen her anımızda: ilklerimizde, sonlarımızda… ve hatta arada yaşadıklarımızda: Okulda ilk günün, iş yerinde son günün, ilk aşkın, onunla son akşam yemeğin, , arkadaşlarla çıktığın o ilk tatilin,  yaptığın son çılgınca bir şey, ilk hayal kırıklığın, ilk zaferin, son memnuniyetin…

Bugünün… Yarınların!

Anları yakalayın…

Hayat buna değer! Hatta bu yalnız Pazartesi bile buna değer !

Ve lütfen unutmayın:

Hayatın anlamı bu anda… Başka hiçbir yerde değil içinizde…

Sevgiler,

Serra

Beni takip etmek için www.serrailgaz.wordpress.com

Twitter @serrailgaz

Serra’ya dair:
Resim
Serra yurt dışında geçirdiği uzun yıllardan sonra 2010 senesinde Türkiye’ye döndü. Start-up lara incubation desteği, kobilere ve şahıslara yönetim danışmanlığı hizmeti veriyor.
2 mucizem diye adlandırdığı kızları ile İstanbul’da yaşıyor.
Resim yapmaktan, seramik atölyesinde saatlerini geçirmekten, okumak ve hayatı anlamaya çalışmaktan zevk alıyor.
Minik bir bloğu var. Oradan hayata sesleniyor.