Hikâye budur ya; La Fontaine fabllarında hayvanları konuşturup, bir hikâyesinde Ağustos böceği ile karıncayı karşı karşıya getirir.
Karınca çalışkan, takım oyununa yatkın, kendi yükünün 30 katı yiyeceği bile taşıyabilen, yaz günü kış için yuvasına yemek stoku yapan, devamlı çalışan ve yorgunluk bilmeyen bir karakterdir.
Ağustos böceği ise sorumsuz, kış için hazırlık yapmayan, genelde bireysel takılan, saz çalıp eğlenen, geleceğini veya kış aylarını pek de düşünmeyen bir karakterdir.
Yaz bitip, Kış kapıyı çalınca, Ağustos Böceği aç kalıp yemek için Karıncanın kapısını çalar.
Hepimiz bu hikâyeyi dinleyerek büyüdük.
Geçenlerde gerçek hayatta bunun doğru olmadığı açıklandı.
Çünkü yapılan araştırmalara göre, ağustos böceği, 17 sene toprak altında kaldıktan sonra sadece 4 hafta eş aramak için toprağın üstüne çıkan bir hayvanmış.
Ağustos ayından sonra hayatta kalamadığı için de kış için herhangi bir hazırlık yapmasına gerek kalmıyor.
Her Hikâyenin bize verdiği dersler vardır.
Burada birinci çıkarılması gereken ders; her anlatılan hikâyeye araştırmadan ve sorgulamadan inanmamaktır.
Bize öğretilen her yeni bilgiyi, körü körüne doğru kabul etmektense, ilk önce araştırmak ve sonra doğruluğunu kabul etmek gerekmektedir.
İkinci çıkarılması gereken ders ise hayatta hepimizin önyargılı olduğudur.
Hayatta bizi belki de hepimizde olan ve kolay kolay kurtulamadığımız en önemli duygusal kanı veya yargı…
Bazı insanları daha tanımadan sadece onlarla alakalı ufak bilgi kırıntıları ile o insanlar hakkında bir şeyler bildiğimizi sanabiliyoruz. Onların hayatlarının nasıl olduğu ve hatta bazı davranışlarını neden yaptıklarını bile bildiğimizi sanıyoruz.
Platon der ki:
“Hiç kimseyi, başkalarının anlattığı hikâyelere göre yargılama.”
Benim çok sevdiğim bir laftır.
Çünkü: Hikâyeyi her anlatan, farklı bir bakış açısı ve farklı bilgiler ile hikâyeyi size anlatır. Dolayısıyla sizde aynı hikâyeyi farklı kişilerden dinledikçe, anlatan kişiye göre bakış açınızı ve fikirlerinizi değiştirebilirsiniz.
Bir Kızılderili atasözü der ki:
“Bir insanı anlamak istiyorsan, gökte üç ay eskiyene kadar onun ayakkabılarıyla dolaşmalısın.”
Size önerim: bir kişi veya bir olay hakkında fikir sahibi olmadan, ilk o olayı veya kişiyi kendiniz araştırın.
Sonra önyargılarınızı bir kenara bırakıp hikâyeyi farklı masalcılardan dinleyin ki, her yeni dinlediğiniz hikâyede farklı bakış açılarını ve farklı detayları keşfedebilin
Albert Einstein der ki:
” Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur. ”
Önyargı; sizlerin hikâyelerinde masal kahramanına vurduğunuz zincirlerinizdir.
Önyargılarınızdan kurtulursanız, hikâyelerinizdeki zincirlerinizden de kurtulursunuz.
Önyargısız olarak, kendi hikâyenizi yazabilmeniz ümidiyle…
İgal