2014: Bekle Geliyoruz…

Blog Fırtınası

31.Gün

Konumuz yeni yıl. Yeni yıldan beklentileriniz, yeni yıl kararlarınız ya da aklınıza ne gelirse…

2014: Bekle Geliyoruz…

Yeni yıl, yeni kararlar, yeni sayfa, yeni ben…

Yok yok, o kadar klişe bir yazı olmayacak bu. Olmamalı da zaten.

Zaman uzayıp giden bir çizgi ise; o çizgide bir 365 gün daha yedik hep beraber.

Bu zaman hiç doymuyor arkadaş…

Açgözlü şey ne olacak…

Acısıyla, tatlısıyla, güzeliyle, çirkiniyle, mutluluk ve hüzün dolu bir 365 gün.

Başımıza gelen olaylar karşısında bazen dersler aldık, bazen de almadık.

Görsel

Mühim olanı yaşadık, yaşıyoruz.

İşte en önemlisi bu:  Yaşamak ve Yaşadığının farkında olabilmek…

Yaşamak: doya doya, hesapsız ve sonuna kadar…

İkincisi ise: Sağlık:

İnsan elindeyken kıymetini bilmeli bazı şeylerin, sağlık gibi…

Çünkü sağlığımız aslında hayatımızdaki her şeyden çok daha önemlidir.

Sağlıklı olarak uyandığınız her gün için şükredin.

Üçüncüsü ise: Mutluluk:

İnsanın kendi kendine mutlu olması, kendine yetebilmesi ile başlayan bir süreç mutluluk bence.

Çünkü karşındakileri sevmek, kendini sevebilmek ile başlıyor.

Ancak ve ancak kendini hatalarınla kabul edip seversen, karşındakileri de mutlu edebiliyorsun.

Mutluluk bazen çok zor gözükse de imkânsız değildir.

Para, Başarı, Aşk, Huzur…

Liste uzayıp gider…

Ama ben en önemli 3 tanesine parantezi açıp, kapattım zaten.

Gerisi sizin becerinize kalmış.

2013 gidiyorsun

Giderken sevmediğimiz insanları, kötülükleri, acıları, hayatımızdan çıkarmak isteyip de bir türlü başaramadığımız insanları/alışkanlıkları, iplerimizi elinde tutan sorumluluklarımızı, kısacası hayatımızı zorlaştıran her şeyi alıp gider misin?

2014 geliyorsun

Gelirken yanına bizim için:

1 sene özgürce yaşamak,

12 ay sağlık,

52 hafta mutluluk,

365 gün başarı,

8.760 saat eğlence,

525.600 dakika huzur,

3.153.600 saniye aşk!

alır mısın? Bir şey deneyeceğiz de…

Görsel

İgal Biton

“Hydra”

Blog Fırtınası

20.Gün: Burcunuzun özellikleriyle bir karakter veya bir dünya yaratın.

 

“Hydra”

Bir varmış, bir yokmuş.

Dünya’dan 136 ışık yılı uzakta, “AsellusAustrallis” diye bir takımyıldızı varmış.

Bu takımyıldızının içinde ise “Yengeç” diye bir gezegen varmış.

Görsel

Bu gezegende yaşayan canlılar, aynı insanlara benziyormuş ama tek bir farkla: hepsinin karakteri Dünya’da yaşayan “Yengeç Burcu” insanlarına benziyormuş.

Yengeç gezegeni insanları: gücünü Ay’dan alır, ve bu yüzden  Ay’a taparlarmış.

Ay tutulması olduğu zaman; gezegende yas ilan ediliyor, kimse işleri ile ilgilenmiyor ve kendilerini güçsüz hissediyorlarmış.

Bu yüzden ay tutulması zamanı hepsi işlerini bir kenara bırakıp, Ay’ın tekrar onlara görünmesi için dua ederlermiş.

Ay’ın dolunay olduğu zaman ise yengeç insanlarının en güçlü oldukları zamanmış.

Bu zamanlarda her zamankinden daha fazla çalışır ve Ay’a onlara verdiği güç için dua ederlermiş.

Görsel

Bu yengeç insanlarının içerinde çok özel bir kız yaşıyormuş. Bu on iki yaşındaki minik kızın adı: Hydra’ymış. Ufak yaşına rağmen, çevresinde olgunluğu ve sevecenliği ile hep takdir toplarmış.

Hydra: biraz çılgın, biraz melankolik ve çok hayalperestmiş

Hydra’ nın en büyük erdemi sabırmış.

Hydra, genellikle olgun davranışlar sergilemesine rağmen, bazen çocuk olduğunu hatırlar ve bir bebek gibi üzerine düşülmesini istermiş. Sevildiğini duymak ve sevdikleri tarafından şımartılmak onun için çok önemliymiş.

Onu azıcık şımartabilenlere karşı da inanılmaz ölçüde sevgi sunabilirmiş.

Hydra’ nın sevdiği insanlara karşı zaafı varmış. En çok onları kaybetmekten korkarmış. En büyük zaafı annesi Helios’muş. Aralarındaki bağ öyle derinmiş ki, bazen annesi yanında olmadığı zaman Hydra nefes alamadığını, kalbinin duracağını hissedermiş.

Hydra eleştirilmekten pek hoşlanmazmış. Biraz mükemmeliyetçi bir yanı varmış. Ne yaparsa en iyisini yapmak istermiş ve o yüzden çok çalışırmış.

Görünüşte girişken gibi gözükse de duygusal ve çekingen bir yapıya sahip olan Hydra, insanlarla iletişimde asla ilk adımı atan kişi olmazmış.

Ancak, ona adım atan insanlara karşı da kapılarını daima açık tutarmış.

Birisiyle arkadaş olup, ona birazcık sevgi gösteren insanlara, aslında ne kadar sevecen olduğunu gösterebilirmiş.

Çünkü o içinde hiçbir zaman sahte duygular beslemezmiş.

Severse içten sever, nefret ederse ise nefretini tüketene kadar yaşamaktan çekinmezmiş.

Hydra; birçok yengeç insanı gibi son derece hassas ve kırılganmış.

Bu yüzden ona yaklaşan insanlara açılmaktan imtina eder ve arkadaş olacağı insanları çok zor seçermiş. Bunun sebebi aslında incinmekten korkan bir yapısı olduğu içinmiş.

Bazılarının farkında olmadan yapacağı kırıcı hareketler , onu kalın yengeç kabuğunun altında saklanmaya doğru itebilirmiş. Bu zaten çekingen ve ürkek bir yapıya sahip olan Hydra’nın aslında en çok korktuğu şeylerden biriymiş

Hydra, inanılmaz derecede yaratıcı bir kızmış.

Geniş bir hayal gücü varmış. Hatta çevresindekiler bazen onun hayal gücünü kıskanırmış. Bazı yaşıtları onunla “Hayalperest” diye alay etseler bile, o  hayal etmekten hiçbir zaman vazgeçmezmiş.

Bu yaratıcılığı ve hayal gücü sayesinde ileride hayal ettiği birçok şeyin gerçeğe dönüşebileceğini biliyormuş. Onun için önemli olan, yanında onu kabuğundan çıkmaya teşvik edebilecek insanların olmasıymış.

Hydra için ailesinden sonra en önemli şey arkadaşları ve sevgiymiş. Duygusal yapısı yüzünden sevmeye ve sevilmeye muhtaç olduğunu düşünüyormuş.

Sevginin gücüne inanıyor ve hayatında karşısına çıkan engelleri sevgi ile aşabileceğine inanıyormuş.

Çünkü ufacık bir bedeni ve koskocaman bir kalbi varmış.

Her zaman bir kötülük ile karşılaştığında Annesinin ona zamanında tembihlediği bir sözü hatırlarmış:

“ Unutma küçüğüm, Hayatta kötüler ve kötülükler de olacak elbet kazanan her daim  sevgi olacaktır.”

Sevmekten vazgeçmeyin.

 

İgal Biton

Görsel

” Fırtınadan sonra “

Blog Fırtınası

Gün 14. “Fırtınalı ve karanlık bir geceydi…”

Yazıya bununla başlıyoruz, sonra neler oluyor bakıyoruz.

” Fırtınadan sonra 

Fırtınalı ve karanlık bir geceydi…

Emre yatağında korkusundan titriyordu.

En korktuğu şeylerden biriydi şiddetli gök gürültüsü, henüz sekiz yaşındaydı.

Hayal kahramanlarının ve canavarların var olduğuna inanıyor, böyle gecelerde kendisini almaya geleceklerini  düşünüyordu.

Babasının ona tembihlediği gibi yorganın altına girdi.

Babası korktuğu zamanlarda yorganın altına girerse, hiçbir canavarın ona zarar veremeyeceğini söylemişti.

Üstelik elinde gizli bir silahı vardı: ufak bir el feneri.

Uyumakta zorlanıyordu. Korku içine işlemişti. Babasına seslendi.

Ses gelmedi. daha yüksek bir sesle tekrar seslendi.

Yine ses gelmedi. Biraz daha bekledi.

Ayak sesleri duyuluyordu. “Babam geliyor” diye düşündü.

Odanın kapısı ağır ağır açıldı. Gök gürültüsünün sesi, kapının gıcırtısına karışmıştı.

Odaya giren kişinin ayak seslerinin yavaş yavaş kendisine yaklaştığını hissetti.

Emre, babasına sımsıkı sarılmak için yorganın altından çıktı.

O da ne? Gelen babası değildi. Gördüğü şey karşısında korkunç bir çığlık attı.

Görsel

Başında uzun siyah şapkası, üzerinde siyah uzun pelerini ve asası ile bir cadı ona bakıyordu.

Emre can havliyle bağırmaya çalıştıysa da, sesi çıkmıyordu.

Şoktaydı.

El fenerini açmaya çalıştı fakat yaşadığı panik ve heyecandan yere düşürdü.

Kendisine doğru yaklaşan çirkin cadıdan öylesine korkmuştu ki, kalbi duracak gibi hissetti.

Emre, bir an umutsuzluğa kapıldı, ne yapacağını bilmiyordu.

Annesine ve babasına sesini duyuramıyordu.

Ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Fakat başaramadı.

Sadece gözlerinden yaşlar aktı.

Cadı Emre’ye doğru iyice yaklaşmıştı. Ellerini uzattı.

Emre o an, daha fazla mücadele edemeyeceğini anladı.

Sadece ağlıyordu.

Artık yapabileceği hiç bir şey olmadığını düşündü.

Yaşadığı heyecan, korku ve panik, onu güçsüz bırakmıştı.

Direnmedi.

Gözlerini kapadı ve beklemeye başladı.

Olabilecek her şeyi kabullenmişti ve beklemeye koyuldu

Aradan dakikalar geçmişti ki, odada bir sessizlik hakimdi.

Neden hala cadı ona saldırmamıştı?

Bütün cesaretini toplayıp,  gözlerini tekrar açtı.

Gördüğü şey karşısında donup kalmıştı.

Güneş yeni doğmuş, odanın perde arasından ona göz kırpıyordu.

Düşünmeden edemedi, az önce yaşadıkları kötü bir rüya mıydı?

Emre doğruldu, yatağından kalktı ve camın önüne doğru yürüdü.

Rahatlamıştı ve yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.

Nihayet korkuları ile yüzleşmişti.

Korktuğu şeylerin bir hayal ürünü olduğunu anladı.

Emre: yeni bir günde kendini değişmiş, bambaşka hissediyordu.

Bu hikâyeyi  Haruki Murakami’ nin “Sahilde Kafka” romanından bir alıntı ile tamamlamak istiyorum.

Görsel

“Kader bazen yönleri değiştiren bir kum fırtınası gibidir. Sen yön değiştirirsin fakat kum fırtınası peşinden gelir. Tekrar yön değiştirirsin, ama fırtına yine seni bulur. Tekrar ve tekrar böyle devam edersin, tıpkı şafaktan önce ölümle yapılan meymenetsiz bir dans gibi. Neden? Çünkü fırtına uzak bir yerden sana doğru esen herhangi bir şey değil. Fırtına sensin. Senin içindeki bir şey. Bu yüzden yapman gereken şey, kendini vermek, fırtınanın tam içine girmek. Sonra sen, gerçekten de onun içinden geçip gideceksin. O kum fırtınasının içinden. Hem sembol hem de fiziksel olarak görünen o kum fırtınasının. Ancak, hem sembol hem de fiziksel bir şey olduğu halde, aynı zamanda o şey insanın vücudunu binlerce bıçak tarafından kesilmiş gibi lime lime eder. Sayısız insan orada kan akıtmıştır, elbette senin kanın da akacak. Ilık, kırmızı kanın. O kanı avuçlarına dolduracaksın. Senin kanın ile başkalarının kanı birbirine karışacak.
Sonra o kum fırtınası bittiğinde, nasıl olup da onun içinden geçebildiğini, nasıl hayatta kalabildiğini tam olarak anlayamayacaksın. Hayır, o fırtına gerçekten bitti mi bunun bile farkına varamayacaksın. Yalnız, tek bir şeyden emin olacaksın. O fırtınanın içinden geçtikten sonra, fırtınanın içine ayak attığındaki kişi olmayacaksın artık, aynı kişi olmayacaksın.”

Görsel

Nasıl bir ev isterdiniz ?

Blog Fırtınası

13. Gün Ödevi

Hep hayalini kurduğunuz evde yaşıyor olsanız nasıl bir şey olurdu onu yazın.

Nasıl bir ev isterdiniz ?

Her sabah uyandığınızda güneşin sizi selamladığını düşünün.

Ormanın içinde, yeşilliklerin ortasında hatta masmavi denizin kıyısında bir ev hayal edelim.

Görsel

Orman sizi dünyaya bağlarken, deniz’ den aldığınız yaşam enerjisi ile ömrünüzün uzayacağı bir ev.

Aileniz ve hatta köpeğiniz ile birlikte yaşadığınız bir ev.

Sabah kalkınca kısa bir yürüyüş sonrasında işe başlıyorsunuz.

Akşam eve dönerken güneşin batışını izleyebiliyorsunuz.

Bir tarafınız doğa cenneti, önünüzde açık deniz.

Evin büyüklüğüne, dekorasyonuna veya diğer detaylarına çok takılmıyorum.

Çünkü bu detaylar benim için çok önemli değil.

İçinde sevgi olduğu takdirde o ev zaten güzeldir…

Sevgiyle kalın;

İgal

Görsel

“ Keşke ” leri azaltıp “ İyi ki ” leri çoğaltmak !

 

Blog Fırtınası

Gün 10. Eskiden yazdığınız bir şeyi bulun.

Girişini ya da tamamını tekrar yazıp ona yepyeni bir ton verin.

 

Eskiden  “Keşke” yi o kadar çok kullanırdım ki;

Keşke aşağı, keşke yukarı..

Sanırsın imparator doğduk da sonradan dilenci olduk…

 

Görsel

Hep büyük beklentiler ve tabii karşılığında da doyumsuzluk, hakimdi bende

Doyumsuzluk sadece benim için değil, tüm insanlar için geçerli aslında.

Çünkü insanoğlu, sahip olduklarının değerinin farkına varmadan, onları korumak yerine daha fazlası için her zaman talepkardır.

Neden bilemiyorum.

Fakat bir gün kafanızda bir şimşek çakıyor ve düşünmeye başlıyorsunuz; sonunda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, düşünme yerini sorgulamaya bırakıyor.

Kaybettiğiniz zamanın değerini,ancak kendinizi sorgulamaya başladığınız zaman anlayabiliyorsunuz

İnsanın en değerli hazinesi elinden sürekli akıp giden, hep istediği ama bir türlü tutamadığı “zaman”dır aslında.

Nesillerden beri insanoğlu, açgözlülüğü yüzünden istediği her şeyi elde etmek için savaşlar  vermiştir.

Toprak, hükümdarlık,şan, şöhret, para, pul, ve benzeri daha bir çok şey…

Adını siz koyun…

Bunları elde etmek için ise iki şeyini düşünmeden harcar: Emek ve Zaman

Fark edemediği gerçek ise: Elde etmek için peşinde koştuğu şey, o iş için harcadığı zamandan daha değersizdir.

Çünkü zaman tek yönlüdür ve hep ileriye doğru akar.

Yirminci yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi, Nobel ödülü sahibi ve izafiyet teorisinin mucidi: Albert Einstein’ ın, zamanın değerini çok güzel anlattığını düşündüğüm bir sözüne yer vermek istiyorum:

 

“Dünden öğrenin, bugün için yaşayın, yarın için ümit edin. Mühim olan asla sorgulamaktan vazgeçmemektir.”

Görsel

Zamanın kıymetini ve önemini anladığınız gün, hayatınızdaki “keşke” leri de farkında olmadan azaltmaya başlıyorsunuz.

Kafanızı kurcalayan soruların cevaplarını bulmaya başladıkça, öğrenme isteğiniz artıyor.

Böylece “ İyi ki ” kelimesine hayatınızda daha fazla yer ayırmaya başlıyorsunuz.

Sonra düşünüyorsunuz:

Görsel

” İyi ki ” zamanında boşa vakit geçirebilmişim…

” İyi ki ” zamanında bir çok ülke gezmişim…

” İyi ki ” ders çalışmak yerine futbol oynayabilmişim…

” İyi ki ” canım istedi diye yüksek sesle müzik dinleyebilmişim…

” İyi ki ” bu kadar çok şeyi yaşamıma sığdırabilmişim…

” İyi ki ” düşmanlarımdan daha fazla dost edinebilmişim

Neden mi ?

Çünkü bu hayatta zamanın değerini, yapmak istediğinizfarklı şeyleri ve aslında daha öğreneceğiniz çok şey olduğunu bu sayede kavrıyorsunuz.

Hayatta herşey bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ilerliyor.

Siz daha  sebebin ne olduğunu anlayana kadar sonuca ulaşamadan hayatınız geçiyor.

Anlamaya çalışmak yerine, anı yaşamaya bakın!

Nehirde akıntıya karşı  kürek çekmek yerine;  kendinizi akıntıya bırakın, kürekler sadece daha hızlı gitmenize yardımcı olsun.

“Keşke” leri azaltıp “iyi ki” lere  daha çok yer açın.

Ancak bu şekilde hayatın sizin için planladıklarını algılamaya ve size sunacağı hediyeleri kabul etmeye başlayabilirsiniz.

İgalBiton

Görsel

“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Blog Fırtınası

Gün 9.

Düşünün ki, bir kafedesiniz, başınızı kaldırdığınızda hiç ummadığınız kimi görmek isterdiniz?

“Kimi” kısmı size kalmış, buyurun yazıda anlatın.

“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Birden gözümü açıyorum.

En sevdiğim ülkelerden biri olan İtalya’dayım.

Milan’da bir kafe de oturmuş kahvemi yudumluyorum.

Ülkemden biraz uzaklaşmak, kendimle baş başa kalmak ve son birkaç ay içerisinde verdiğim yanlış kararların ve yanlış yönlendirdiğim ilişkilerin muhasebesini yapmak için birkaç haftalığına tatildeyim.

Görsel

Böyle zamanlarda yüzleştiğimiz yine kendimiz olmaz mıyız?

Evet, ben de karşımda kendimi görüyorum.

Herhalde “bir rüyadayım” diyorum.

Sanki buraya daha evvel gelmişim gibi bir his kaplıyor içimi…

O an kafamı kaldırıyorum ve bir adamın bana doğru yaklaştığını görüyorum.

O da ne? Bana çok benziyor ama sanki benim yirmi beş, belki otuz sene sonraki halim…

Saçı ve sakalına aklar düşmüş, gözlerinin altı ve alnı kırışmış, ama gülümsemesi hala benimki ile aynı…

Yaşını almış olmasına rağmen belli ki kendine güvenli tarafından pek bir şey kaybetmemiş.

Bana doğru yaklaşıyor, dökülmüş ve beyazlamış saçları, kırışmış yüz hatları ile içten bir gülümseme ile beni selamlıyor.

Neler olduğuna anlam veremeden kalakalıyorum.

“Allah’ım, bu bir rüya olmalı. Bu gerçek olamaz. Uyanmak istiyorum, Uyanmalıyım…”

Tarifsiz bir korku hissediyorum

Ama bir yanım ise neler olacağını merak ediyor.

Heyecandan kalbim ağzımda ve kafamı bu düşünceler kurcalarken, karşımdaki gelecekteki ben : ”Burası boş mu, oturabilir miyim? “diyor.

Panik oluyorum.

Bu gerçekten benim gelecekteki halim mi acaba?

“Hayır, olamaz. Küçüklüğümden beri uçsuz bucaksız bir hayal gücüm var ve öylesine güçlü ki, bana hep olur olmadık zamanlarda oyunlar oynar. Hatta çocukken öğretmenlerim bana sürekli “hayalperest” derlerdi. Yine hayal dünyasına dalmış olmalıyım” diyorum içimden.

“Şaşırma genç adam, evet ben ile sen arasında hiçbir fark yok, sadece ben senin biraz daha yaşlanmış halinim” diyor tüm sempatikliği ile gelecekteki ben.

“Hayır, bu gerçek olamaz  diyorum” karşımda anlamlı gözlerle bakan yaşlı halime…

Yine gülümsüyor.

“Aklın seninle oyunlar oynuyor zannediyorsun, ama öyle değil. Nasıl, neden, niçin sorularını hiç sorma. Zaten sana gelecekteki hayatın ile alakalı bir şey anlatmayacağım. Daha doğrusu anlatamam” diyor.

“Neden ?” diye soruyorum panik içerisinde.

“Çünkü…” diyor sevimli adam. Duraksıyor. Yutkunduktan sonra garsonu çağırıyor ve su istiyor.

Su gelinceye kadar konuşmuyor. Yaklaşık iki dakika kadar öylece duruyoruz.

Heyecanla bekliyorum. O an hayatımın en heyecanlı anlarından biri.

Garson suyu getiriyor. Gelecekteki ben, suyu bardağına yavaşça döküyor.

Su bardağa dolarken sanki an an zaman duruyor.

Her şey birden yavaşlıyor.

Gelecekteki ben’in su şişesinin kapağını açışını, tek eliyle bardağı tutuşunu saniye saniye, ağır çekim bir film gibi izliyorum. Bardağa dökülen su damlacıklarının havada ayrılışlarını ve tekrar birleşip bardağa dolduklarını görüyorum…

Zaman, hiç düşünmediğim kadar ağır ilerliyor.

Toplamda yirmi saniye süren bu olay bana sanki yirmi dakika sürmüş gibi geliyor.

Adam bardağa döktüğü sudan bir yudum alırken farkına varıyorum.  Zaman sanki eski hızına dönüyor. Ya da olayın heyecanından bana öyle geliyor, bilemiyorum.

“Çünkü geleceğin daha yazılmadı genç adam. Yani ben aslında yokum.” diyor.

Anlamaya çalışan, meraklı gözlerle yaşlı halimin yüzüne bakıyorum.

Ne diyeceğimi ve ne yapacağını bilemediğim bir çaresizlik içerisinde kalakalıyorum…

“Anlatması da en az anlaması kadar zor, aslında varım ama yokum. ” diyor karşımdaki adam…

Kafam öyle karışıyor ki, artık sinirleniyorum.

Sesimin tonunu yükselterek:

“Bu bir şaka mı? Eğer bir  arkadaşım seni buraya gelmen konusunda ikna etti ise bilmeni istediğim bir şey var ki, ben bu tip şakalardan hiç hoşlanmam ve hemen anlatmaya başlamazsan daha da sinirleneceğim” diyorum.

Yaşlı adam sakince tekrar gülümsüyor. Öyle içten ki, insanın kızgınlığını bir anda alabilen bir gülümseme…

” Biliyorum. Seni senin kadar iyi tanıyorum. Sakin ol lütfen. Maksadım ne seni kızdırmak, ne de şaka yapmak. Hem o işler için biraz yaşlı olduğumu fark ettiğini sanıyordum.” diyor.

“Amacının ne olduğunu bilmiyorum, ama hemen anlatmaya başlamazsan ben gideceğim ve istesen de anlatacak birini bulamayacaksın…” diyorum sinirli tavrımı devam ettirerek…

“Genç adam, benim kim olduğum hiç önemli değil. Beni şu an karşında görebiliyor musun? Asıl önemli olan bu ve sana anlatacağım şeyler. Sana bunları anlatırken bile sen hala bir rüyada olup olmadığını düşünüyorsun. Hiç değişmemişsin, farkında mısın bilmiyorum: küçükken de detaylar ile uğraşırken büyük resmi kaçırdığın zamanlar olurdu. Ama hala bir şeyleri değiştirmek için zamanın var. O yüzden sinirlenmek yerine sakin ol ve can kulağıyla beni dinle lütfen.”

Karşımdaki gelecekteki ben beni çocuk azarlar gibi azarlıyordu. Fakat o kadar iyi tanıyordu ki beni, doğru olduğuna inandığım şeyleri sükûnetle dinleyeceğimi biliyordu. Sadece dinliyorum peki dercesine kafamı salladım.

Gelecekteki ben devam etti:

” İgal: Sana geleceğinle ilgili hiç bir şey söyleyemem. Yani nerede yaşayacağın, kimle olacağın, nasıl bir hayatın olacağını bilemem.

Neden dersen; kader çizgini belirlemek hala senin elinde. Bazen karamsarlığa kapılabiliyorsun, biliyorum.

Ama senin hayatta en değerli özelliklerinden biri; gülen yüzün ve problem çözmedeki yeteneğin olmuştur.

O yüzden kendine güvenmekten vazgeçme. Ne olursa olsun, hangi durumda olursan ol kendine güven.

Başaracağını bil. Çalışmaktan hiç ama hiç yılma.

Okumak ve yazmak hayat felsefen olsun çünkü  onlar  hayat savaşında silahın ve kalkanın olacaklar.

Umutsuzluğa kapılma çünkü ne olursa olsun dostların hep yanında olacak ve seni hiç yalnız bırakmayacaklar.

Hayatının ne kadar anlamlı ve kaliteli olacağı da seçeceğin bu yollara bağlı.

O yüzden tercihlerini yaparken çok iyi düşün.

Bazı tercihleri sadece bir kez yapabilirsin ve hayatın boyunca o tercihlerinle yaşarsın. ” dedi ve durdu.

Bir kaç saniye masaya baktı, gözlerini benden kaçırdı. Sonra tekrar bana, gözlerimin içine baktı.

” Ve hayal etmekten hiçbir zaman vazgeçme. Çünkü hayal etmek sahip olduğun en değerli yeteneklerden biri ve hayallerine, hayal ettiğin sürece sahip olabilirsin.”

Oturduğu yerden yavaşça doğruldu. Sanki gitmeye hazırlanıyordu.

Yaşadığım olayın şoku ile boğazım düğümlendi adeta hiç bir şey diyemedim. Sadece donuk ve duygusuz gözlerle bakakaldım.

Söyleyeceğim yüzlerce şey, soracağım onlarca soru varken; hiç bir şey diyemedim.

Kelimeler boğazıma dizilmiş, gözlerim dolmuştu.

Garip bir heyecan duyuyordum ve aslında biraz mahcuptum.

Karışmış ruh halim ile ağzımı açıp bir şeyler söylemek istedim.

Tam konuşacaktım ki; gelecekteki ben sanki anlamış gibi: “Gerek yok, o soruların cevabını ben veremem, onları zaman içerisinde kendin bulacaksın.” dedi.

Bütün bu olanlar bana bir ömür kadar uzun gelse de aslında hepsi beş dakika içerisinde yaşanmıştı.

“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Hayal miydi yoksa gerçekten yaşandı mı hala tam olarak çözemediğim bir beş dakika.

Bildiğim tek şey: aldığım eğitimler ve öğrendiğim onca şeyin ardından insanın hala öğrenebileceği çok şey olduğuydu.

Bazen insan; hayatının en önemli derslerini yine kendisinden öğrenebiliyor, üstelik beş dakika içerisinde…

İşte bu zamanlarda, hayat sizi şaşırtmaya devam ediyor demektir.

Hayatın beni şaşırttığı gibi, sizleri de şaşırtması, iç sesinize kulak vermenizle mümkün…

Unutmayın iç sesiniz hep doğruyu söyler…

İgal Biton

Görsel

“Hemen şimdi…”

Blog Fırtınası

Gün 6. Başlangıç cümlesi bu: “Mutfakta pencerenin önünde duruyorum.” Gerisi size kalmış.

Mutfakta pencerenin önünde duruyorum.

Dışarıda rüzgar esiyor. Yağmur damlaları rüzgarın etkisi ile havada süzülüyor.

Görsel

Kahvenin kokusu tüm mutfağı sarmış durumda, ilk önce kokusunu içime çekiyorum.

Sonra bir yudum içiyorum kahvemden…

Dışarıyı izleyip keyfini çıkarıyorum yağmurun.

Birini bekliyorum ya da birilerini…

Yaşadıklarımı düşünüyorum.

Hayatımı bir an gözden geçiriyorum.

Kafamda binlerce soru…

Nasıl, Ne zaman, neden, niçin…

Tek birinin cevabını biliyorum…

“Ne zaman ?” sorusunun.

“Hemen şimdi…”

İgal Biton

Görsel

” Güven “

Blog Fırtınası

Gün 4. Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın.

” Güven “

Genç kadın yağmurda yürüyordu. Islanmıştı ve üşüyordu…

Aslında yaşadıklarının yanında yağmurda ıslanmak, hasta olmak gibi şeyler o kadar önemsizdi ki.

Eğreti tuttuğu şemsiyesini indirdi ve yağmurun üzerine yağmasına izin verdi…

Görsel

Aralık ayıydı.

Dışarıda insanın içine işleyen bir soğuk vardı.

Yağmur ve havanın ayazından insanlar kabuklarına çekilmişti ve sokak çok tenhaydı.

Hava kararmaya başlamıştı. Issız bir sokakta yağmurda tek başına ne yapıyordu?

Görsel

Yağmur damlaları üzerine düşerken genç kadın ürperdi

Düşünceleri o kadar yoğundu ki zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadı.

Ne yapacağı hakkında fikri yoktu.

Yaşadıklarını ilk defa yaşıyor ve çıkış yolu bulamıyordu.

“Başıma ne geldiyse iyi niyetimden geldi.”  diye düşündü.

” Neden bu kadar çabuk güveniyorum ki insanlara? Sonunda hep üzülen ben olmuyor muyum?” diye geçirdi içinden…

Yasemin; yirmi beşli yaşlarda, kumral, ela gözlü, normal kiloda, güzel sayılabilecek bir kadındı.

Cenk ile yaklaşık 5 ay önce tanışmışlardı.

Cenk ise otuzlu yaşların hemen başında, esmer, koyu tenli, kahverengi gözlü ve hafif yapılıydı.

Cenk’ in fiziği dikkat çekecek kadar düzgündü.

İki genç, ortak bir arkadaşlarının doğum günü partisinde tanışmışlardı.

Kaçamak bakışmaları güzel ve samimi bir sohbet takip etmiş, gecenin sonunda ise Cenk Yasemin’den telefonunu istemişti.

Normalde çekingen bir yapıya sahip olan Yasemin, Cenk’ten bir hayli etkilenmiş olacak ki, telefonunu tereddüt etmeden verdi.

İlk buluşma, kahve sonra yemek derken, iki genç kendilerini yeni bir aşka yelken açmış buldular.

Her şey çok güzel gidiyordu, çok iyi anlaşıyorlar, beraber yemeğe, sinemaya ve  tiyatroya gidiyorlardı.

Ortak zevkleri, yaşam felsefeleri, karakterleri birbirlerine o kadar yakındı ki Yasemin uzun zamandan sonra aradığı aşkı bulduğunu düşünüyordu.

İlişkilerinin dördüncü ayında, Cenk, bir gün Yasemin ile konuşmak istediğini söyledi.

İki genç şık bir kafede buluştular.

Yalnız bu sefer Cenk’in canı çok sıkkındı.

Büyük babasının kurtulma şansının az olduğu ölümcül bir hastalığa yakalandığından tedavisinin çok masraflı olduğundan ve işlerinin hiç iyi gitmediğinden bahsetti.

Yasemin Cenk’in içinde bulunduğu durumdan çok etkilenmiş ve çok üzülmüştü.

Üzüntüsünü belli etmemeye çalıştı. Sevgilisine moral vermek için elinden ne gelirse yapacağını, bunu beraber aşabileceklerini, ona her zaman olduğu gibi bu konuda da destek olacağını söyledi.

Aradan iki hafta geçti.

Cenk artık Yasemin ile eskisi kadar sık görüşemiyordu. Sürekli iş toplantıları olduğunu ve geri kalan zamanlarda da büyükbabası ile ilgilendiğini söylüyordu.

Yasemin ise Cenk’i görmek ve gelişmelerden haberdar olmak istiyordu. Birkaç gün sonra Yasemin’in ısrarı üzerine tekrar buluştular.

Cenk artık fazla konuşmuyor, eskisi gibi gülüp, eğlenemiyordu.

Yasemin Cenk’in üzgün olmasına dayanamayarak yardım edebileceği bir şey olup olmadığını sordu.

Cenk işlerinin iyi olmadığını ve tedavi masraflarını artık karşılayamadığını söyleyince Yasemin çok şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı.

Tanıştıklarında Cenk, şık ve lüks bir dairede oturan, spor bir araba kullanan, iyi giyinen, bakımlı ve paraya ihtiyacı olmayan biri gibi duruyordu. Üstelik Yasemin’in bildiği kadarı ile Tekstil ihracatı yapan büyük bir fabrikanın sahibiydi.

Kafası karışan Yasemin bu durumla alakalı tek bir soru sormadı.

Cenk Yasemin’in gizleyemediği şaşkın bakışlarını fark etmiş olacak ki,  konuyu toparlamak için aslında durumlarının iyi olduğunu sadece nakit sıkışıklığı çektiklerini ve tedavinin çok  masraflı olduğunu söyledi.

Yasemin uluslararası bir firmada hukuk müşavirliği yapıyordu. Yaşına göre çok iyi kazanıyor, hatta İzmir’ de yaşayan ailesine de dönem dönem maddi destekte bulunuyordu.

Uzun süredir para biriktiriyordu. Bir hayali vardı: Dünyayı gezmek…

Fakat sevdiği adam böylesine mutsuzken hayallerini gerçekleştirmenin kendisini de çok mutlu etmeyeceğini düşündü.

Yasemin için sevgi her şeyin üstündeydi…

Fazla düşünmedi.

Cenk’ e direkt konuyu açtı ve “Seni böyle görmeye dayanamıyorum Cenk, tekrar mutlu olmanı istiyorum. Benim biraz birikmiş param var, nakit sıkışıklığın geçene kadar seni idare eder.” dedi.

Cenk başta reddetti fakat Yasemin’in ısrarcı tavrı karşısında kabul etmek zorunda kaldı.

Bir kaç gün sonra Yasemin bankadaki tüm parasını çekerek Cenk’ e verdi.

Sevgilisini tekrar mutlu görmek onun için her şeyden önemliydi

Ne var ki, bir süre sonra Cenk Yasemin’in telefonlarına cevap vermemeye başladı.

En son aradığındaysa Cenk’ in telefonuna ulaşılamıyordu.

Bir hışımla işten çıkan Yasemin, sevgilisinin yaşadığı lüks rezidansa doğru yola çıktı.

Vardığında güvenlik görevlisi Cenk’ in birkaç gün evvel dairesini boşalttığını ve yeni adresi bilmediğini söyledi. Sanki yer yarılıp içine girmişti ve kimse yerini bilmiyordu.

Yasemin sevgilisine o kadar aşık ve güveniyodu ki, hiçbir zaman onun işyerini tam olarak öğrenmeye ihtiyaç duymamıştı.

Cenk’ in kaybolmasının ardından, aslında Cenk’ in sahip olduğunu söylediği firmanın aslında hiç olmadığını öğrendi.

Ortak arkadaşları da Cenk hakkında pek bir şey bilmiyordu.

O gece orada bulunmasına sebep olan arkadaşları da tesadüf o ki, Cenk ile aynı dönem ortadan kaybolmuştu.

Yasemin, yaşadığı ilişkinin sahte olmasına mı, yoksa sevdiği adam tarafından dolandırılmasına mı üzüleceğine şaşırmıştı.

Güvendiği, aşık olduğu adam onu dolandırarak kayıplara karışmıştı.

Bu gerçekle yüzleşmek hayli zordu, “bir daha kimseye güvenmeyeceğim” diye geçirdi içinden…

Aslında bu çözüm değildi.

Çözüm ; “kimseye güvenmemek” değil, kime güveneceğini bilebilmek için küçük ve hasarsız deneyimlerle kişileri doğru tanımaya çalışmaktı.

Bu hikayeden çıkarılacak ders: İlişkiler de kişiler de hayatın doğal akışı içerisinde bazı sınavlardan geçerler.

Bu sınavları başarıyla geçenler, hayatımızda uzun soluklu kalırken, sınavı geçemeyenlerle yollarımız bir noktadan sonra ayrılır.

Kişileri gerçekten tanımak uzun ve meşakkatli bir yoldur.

Kızıl gezegen’e yolculuk…

Yeni bir oluşum olan Blog Fırtınasını yeni gördüm.

3. görevden itibaren ben de yazmaya karar verdim 🙂

3. Görev:  Gitmeyi çok istediğiniz o yer neresi, neden? Oraya gitseniz neler yaşardınız? vs.

Benim en çok gitmek istediğim yer dünya üzerinden değil de uzaydan olurdu…

Görsel

Abartıyorum belki ama Mars’a gitmek isterdim.

Görsel

Çocukken en büyük hayalim: Astronot olmak ve uzayı görebilmek idi.

Görsel

Görsel

Tabi ki şu an astronot değilim ve Nasa’ da çalışmıyorum ama uzay en ilgimi çeken konulardan biri oldu hep…

Dünya’ya uzaktan bakabilmek, evrene yıldızların içerisinden bir bakış atabilmek, havada durabilmek bana fikir olarak hep çılgınca gelmiştir.

Görsel

Ruhum da biraz deli olduğuna göre: Uzay’a gitmek tam benlik bir fikir…

Gelelim Mars’a:

Güneş Sistemi’nin Güneş’ten itibâren dördüncü gezegeni.

Roma mitolojisindeki savaş tanrısı Mars’a ithâfen adlandırılmıştır.

Yüzeyindeki yaygın demiroksitten dolayı kızılımsı bir görünüme sahip olduğu için Kızıl Gezegen de denir.

Yeni bir gezegene gitmek fikri benim kadar hepinizi cezbediyor olmalı…

Çünkü bunu tek düşünen ve hayal eden ben değilim…

Mars’ta dönüşü olmayan bir koloni kurmayı planlayan Mars One projesine 200.000 kişi başvurmuş…

Gerçekten Müthiş bir proje değil mi?

Evet, Mars One projesi ile 2023’te Marsa yolculuk başlıyor…

Ne dersiniz: 2023’te Mars çok mu hayal gözüküyor ?

Cevap Pablo Picasso’dan gelsin o zaman:

“Hayal ettiğiniz herşey gerçektir.”

Sevgiyle;

İgal Biton

P.S. Şimdiden bu yolculuğu kaçırırsam diye beste yapmaya bile başladım:

“Ah o uzay gemisinde bende olsaydım, 2023’te Mars’a doğru yol alsaydım…”

Kaynaklar:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mars

http://www.google.com/mars/

http://www.sabah.com.tr/Teknoloji/2011/01/13/marsa_donusu_olmayan_yolculuk

http://www.istanbulajansi.com/haber/6341/2023te-Marsa-yolculuk.html#.Up7dRNK-2m4

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/04/130417_marsa_yolculuk.shtml

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/08/120814_mars_photo.shtml