Mutluluk Bağımlılığı

Bloguma Şubat ayı için misafir olan blogger: Uzun süredir paylaşımlarını keyifle takip ettiğim Sakarpiyon Oğuz.

Kendisine beni kırmayıp blogumun konseptine uygun Hayat ve Tecrübeler ile alakalı bir yazı yolladığı için ayrıca teşekkür ederim.

Ben “Mutluluk Bağımlılığı” yazısını çok sevdim. Umarım siz de çok seversiniz:

Resim

Sevgili İgal beni blogunda misafir etmeyi kabul ettiğinde tek ricası, blogunun genel konseptine uyabilmesi için “hayat ve tecrübelere dair” bir yazı olması gerektiğiydi.

Sanırım delice çıkışlarımdan ve belki de küfürbaz ağzımın siyasete bulaşmasından endişe ediyordu.

Küçük bir gülümsemeyle geçiştirdim bu endişesini.

Hal böyle olunca önceden düşünmeden, üzerinde pek vakit harcamadan yazmak istedim bu yazıyı.

Sanmayın ki sallapati bir yazı olacak bu, ancak çok ağır bir dili olmasa da sabun köpüğünden hallice olacağını bilmenizde fayda var.

Günümüz insanının, genelde “sosyal medya” adı verilen özelde de facebook, twitter, instagram, vine, pinterest, foursquare, youtube gibi adlarla anılan devasa bir canavar ile güreşenler için farklı bağımlılıklar söz konusu.

Eskiden bağımlı denildiğinde anlık mutluluk, keyif verici ama uzun vadede zararlı şeyler akla gelirdi. Bu maddelerin ve davranışların en bilinenleri; sigara, alkol, uyuşturucu, kumardı. Sonra zamanla farklı şeyler bu kavramlara dâhil olmaya başladı.

Sosyolog, Psikolog gibi ünvanlarım olmadığı için diğer kavramları işin içerisine karıştırmayacağım, onları uzman arkadaşlarımıza bırakıyorum.

Artık hepimiz birer mutluluk bağımlısı haline geliyoruz, kimimiz hızlı kimimiz yavaş, ama sonumuz buraya doğru gidiyor. “Fast Food” kültürü hayatımızın her anına epey “Fast / Hızlı” bir giriş yaptı.

Her şeyi hızlıca yaşıyor, hızlıca tüketiyoruz.

Bu hızlı yaşayış esnasında mutluluklarımız da çok hızlı ve anlık oluyor.

Burada size bir videoya şu kadar saniye, bir görsele şu kadar saniye bakıyoruz vb. gibi teknik veriler yazmayacağım, onlar zaten uzman olan/olmayan herkes tarafından dile getiriliyor. Mesele, hepimizi mutluluk bağımlısı haline getiren, bu hızlı yaşam ve tüketim kültürünün giderek hızlanan aynı zamanda yaygınlaşan teknoloji sayesinde acımasızca üzerimize gelmesidir.

Paylaşımlarımızı yaptıktan sonra gelen beğeni, ilave paylaşım ve yorumlar yüzümüzü güldürüyor, beynimizde anlık mutluluk dalgalanması oluşturuyor.

Ancak bu tatmin o kadar kısa sürüyor ki hemen bir yenisine daha ihtiyaç duyuyoruz.

Paylaşımlarımıza herhangi tepki gelmediğinde ise nötr kalmak yerine daha da vahim bir şekilde mutsuz oluyor, neden beğeni veya yorum gelmediğini, neden paylaşılmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Bunun bir aşama ötesine geçenler ise artık kimse tarafından sevilmediğini düşünmeye kadar vardırıyor işi.

Bu kez peş peşe daha çok paylaşım yapıyor ve sosyal medya hesaplarının başında gelecek bildirimleri beklemeye başlıyor. Bu özellikle uyuşturucu kullananların yaşadığı aşırı doz tüketimine benziyor.

Lafı çok uzatmayacağım, birçoğumuz bu söylediklerimi görüyor belki de farkında olmadan yaşıyoruz. Ben mutluluk bağımlılığını daha çok şuna benzetiyorum; bir çocuğa her hafta yeni bir oyuncak aldığınızda giderek yeni oyuncaklardan aldığı haz, mutluluk ve yeni oyuncaklarla oynama süresi azalıyor, eskilerin ise yüzüne bile bakmıyor.

Bu duyguyu sürekli yaşamak isteyen çocuk için oyuncak edinme süresi kısalmak zorunda kalıyor ve oyuncukların maddi değerinin göreceli olarak yükselmesi gerekiyor. Aksi durumda çocukta davranış bozuklukları gözlenmeye başlıyor. İşte bu aşama da bağımlılık ve aşırı doz tüketimine bir örnek oluşturuyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor? Günümüzde internet, oyun ve sosyal medya bağımlılığına yönelik klinik tedavilerin uygulandığını duyuyoruz. Yukarıda da dediğim gibi ben bu işin uzmanı değilim, size bir uzman gözüyle çözüm yolu öneremeyeceğim. Eğer bir uzmandan yardım almadan bu bağımlılığın etkisini azaltmak gibi girişimleriniz varsa yapacağınız en güzel ve basit şeylerden birisi hobi edinmek olabilir.

Bunların dışında, binlerce yıldır insanlara eşlik eden kitap okumak, müzik dinlemek gibi alışkanlıkları kazanmak olabilir. Benim bir dönem yaptığım da belki size bir fikir verebilir. Fotoğrafa yeni başladığım dönemlerde, bazı fotoğraf paylaşım siteleri ve facebook sayesinde amatör/profesyonel fotoğrafçılardan oluşan topluluklarla tanışmaya başladım. Bazılarının kuruluşunda yer alırken bazılarının içerisine dâhil oldum. Artık o gruplarla eskisi kadar sıkı bağlarım olmasa da, onların sayesinde bugün halen görüştüğüm sıkı dostlar edindim. Ayrıca kazandığım bilgi ve tecrübe de işin cabası oldu.

Kısacası sizler de yürüyüş, bisiklet, fotoğraf, el işleri, sanat faaliyetleri gibi girişimlerde bulunabilirsiniz.

Bunları yaparken sosyal medyadan, internetten, teknolojiden tamamen uzak durmak zorunda değilsiniz, ama moda deyimiyle bir “teknolojik detoks” yapmanızda fayda var.

Sevgilerimle.

Sakarpiyon

Oğuz Sakarpiyon Kimdir?

Resim

İstanbul’da yaşıyorum, özel bir bilgisayar şirketinde Bilişim, Sosyal Medya Danışmanı ve aynı zamanda serbest fotoğrafçı olarak çalışıyorum. Şimdi bazı arkadaşlar gibi “çocukken acayip fotoğraflar çekerdim, harika çocuktum, fotoğraf dehasıydım, fotoğraf için doğmuştum” gibisinden söylemlere falan girmeyeceğim.
2007 yılından beri profesyonel olarak dijital fotoğrafçılıkla uğraşıyorum ve teknolojinin her nimetinden faydalanıyorum. Sanatsal fotoğrafların dışında, Gelin-Damat (Düğün), Doğum-Bebek, Moda, Kişiye Özel Portre, Ürün, Katalog, Mimari ve 360 derece Mekan fotoğrafları çekiyorum.
Arada sırada da kısa karalamalarımı sosyal medya üzerinden #DeliDefteri etiketiyle Berduş mahlası altında yayınlıyorum.
Böyle duyurdu Berduş!

Türkiye’de Kadın ve Çocuk Olmak…

Görsel

Nereden başlasam, Nasıl anlatsam…

Kısa kısa yazayım Türkiye’deki istatistikleri.

Belki okuyan olur o zaman…

*Türkiye’de Kadına Şiddet Oranının %41, Çocuğa Şiddet Oranının %46…

*Türkiye’de her 3 adamdan 1’i karısını dövüyor…

*Karısını döven adamların oranı %30 yani.. (Özgür Baykut’un yazısından alıntıdır)

*Eğitim düzeyi yüksek her 10 kadından 3’ü evliliği sırasında eşi tarafından fiziksel veya cinsel tacize maruz kalıyor. Her 10 kadından 1’i ise gebelik sırasında aynı durumu yaşıyor.

*Türkiye’de Yılda 7.000 çocuk cinsel istismara uğruyor…

Maalesef kanunlar bu konularda yetersiz kalıyor…

Ne yapabiliriz veya nasıl çözüm olabiliriz bilmiyorum. Fakat bu duruma çok üzülüyorum.

Sadece tekrar dikkat çekip, farkındalık yaratmak istedim.

Sevgi ve Işık ile;

İgal…

Ben de 80’ lerde Çocuk oldum…

Görsel

Geçenlerde 80’lerde çocuk olmak isimli yazıyı tekrar tekrar okudum.

Bizim çocukluk dönemimizin naifliğine kaptırdım kendimi.

Ne güzeldi çocuk olmak bizim zamanımızda…

Ne çok eğleniyorduk biz eskiden…

Çocuk olmak ve oyun oynamak ne şahane bişeydi…

Evet bir kaç saniye bunları geçirdim aklımdan…

Hatırlarım hep büyümek isterdim oysa çocuk iken.

Şimdi Çocuk olmak istiyorum oysa ki…

Sorumlulukların olmadığı herşeyin sadece oyunlara ve dostluğa bağlı olduğu bir hayat…

Yemek istediğinde: ” anneeee, yemek “, para istediğimde: ” babaaa para ” diye çözülen sorunlar…

Evet evet hayat çocukken çok güzeldi…

Oysa görüyorum ki büyüdük ve tekrardan çocuk olmak imkansız maalesef…

Asıl özlediğim ise bizim çocukluk dönemimiz..

80’ lerde çocuk olmayı kendime bir şans olarak görüyorum çünkü…

Bugünün çocukları 3 yaşında bilgisayar kullanmayı, 5 yaşında e-mail atmayı, 7 yaşında ise ipad kullanmayı öğreniyorlar.

Nerden mi biliyorum ?

9 yaşındaki yeğenim bir bilgisayar profesörü, ordan biliyorum…

Şimdi ne şanslılar diyenler de vardır belki içinizde…

Ama neleri kaçırıyorlar bir hatırlatmak istedim sizlere.

80’ lerde çocuk olmak siyah önlük ile kara tahta demekti bizler için.

Çeşit çeşit kanalların olmadığı, tek kanallı bir TRT dönemiydi ve çizgi film için hafta sonları sabahları beklemek zorundaydık.

Sadece bir- iki doz yani.. Belki böylesi daha keyifliydi.

Görsel

Akşamları Adile Teyze ile uykudan önce bir klasikti.

Pazar akşamları ise yemek masasının altından izlediğim Dallas dizisini heralde hiç unutmayacağım…

Görsel

Evet evet, biz ” hey corc, versene borç ” nesliyiz.

Görsel

Tekerlemeler ise gani gani idi o zaman.

Oyunlar hep sokaktaydı.

Görsel

Kukalı saklambaç, Misket, Voltrancılık, 3taş falan oynardık biz ufakken…

Biz kara şimşek, Mc gyver ve Mavi ay ile büyüyen nesiliz.

O yüzden imkansız nedir bilmiyoruz belki de…

Halit Kıvanç program yapardı pazar sabahı, bir de Barış Manço’nun 7den 77’ye sonrasında Adam olacak çocuk…

Görsel

Bunlarla büyüdük biz.

Çok adam gibi adam gördük , tanıdık.

O yüzden kendimi şanslı sayanlardanım ben…

Hayal gücümüz hep çok genişti bizim…

2 taşı kale yapıp kağıttan top ile saatlerce futbol oynardık çünkü.

Ya da 2 tane sopa ve kasalarla uzay gemisi yapıp Starwars’a katılırdık…

En büyük teknoloji Commodore64’ tü bizim için…

Görsel

Kasetle yüklenenen, yüklenmesi saatlerce süren ve çöp adam grafiklerine sahip bu alet bizim için bilgisayar çağının son harikası idi…

Bazen oyunları yükleyemez ve “kafa ayarı” yapılması gerekirdi.

Bu “kafa ayarı” tabiri lügata girmiştir ayrıca.

Hatta Amiga diye bir şey çıkmıştı sonradan bizim için olup olabilecek en üstün bilgisayardı.

Kaset değil “disk” diye bir şey ile oyun yüklüyorsun ve o saatlerce yüklenen oyunlar çok daha iyi grafikler ile 5-10 dakikada yükleniyordu.

O zamanlar bu teknoloji olayının sonu demiştik.

Şimdi ne mi oldu… Teknoloji geldi mertlik bozuldu.

Artık sokakta oynayan çocuklar görmüyorum…

Hayal gücünü kullandıklarını görmüyorum.

Sanki herşey önlerine hazır konuyor.

Üreten değil tüketen bir toplum yetişiyor bence…

Tüm anne babalara tavsiyem yaratıcı çocuklar yetiştirmek için onlarla daha fazla zaman geçirin…

Daha az TV, daha az bilgisayar ve daha çok arkadaşları ile vakit geçirmesini sağlayın…

İşte bu yüzden tekrar söylüyorum: 80’ lerde Çocuk olmak harika bir şeydi…

Görsel