YAŞAMAK

Evet, geldik Mart ayına.

Mart ayı sizler için seçtiğim Misafir Blogger: Yeşim Mutlu nam-ı diğer YSM

Kendisini dört seneye yakın bir zamandır, keyifle sosyal mecralardan takip ediyor ve hayranlık duyuyorum.

Neden mi?

Çünkü:

Resim

Yeşim Mutlu: İlk başta  3 çocuğa sahip süper bir anne,

Resim

Aynı zamanda; İyi bir doğum fotoğrafçısı ve fotoblogger;

Resim

ve buna ek olarak ta birçok sosyal sorumluluk projesinin de gönüllüsü ve öncüsü…

Kendisinin bitip tükenmek bilmeyen hayat enerjisi ve deneyimleri bana hep ilham olmuştur.

Bu yüzden kendisinden yaşam ve deneyimler üzerine bir yazı rica ettim.

Yeşim  de beni kırmadı ve hemen “Yaşamak” başlıklı yazısını yolladı.

Ben yazıyı çok çok beğendim  ve  YSM’ye tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Yaşamak isimli yazıyı beğeninize sunarım:

“YAŞAMAK”

“Yaşamımda var olan var olmuş ve var olacak yaşamlara…

Yaşam keyiftir. Nasıl, ne için, ne zaman ve nerede yaşamak önemli değil; sadece yaşamaktır önemli olan.

Kavurucu sıcaklarda birdenbire yağmurun yağması; kaybedilen sevgilerin ilk kez okunan satırlarda bulunmasıdır yaşamak. Hayaller gökyüzüne bırakılırken; ulaşılmaz sanılan dağın tepesinde insanın kendini bulmasıdır yaşamak. Serseri yalnızlıklarda sessizliğin sevişmesi, keşfedilmemiş ülkelerde dilini anlamadığın insanların arasında dolaşmaktır yaşamak. Sessiz geceyi bölen çığlıkla yeni doğan bebeğin ağlamasıdır yaşamak. Her şeyi akışına, oluruna bırakmaktır yaşamak, yolunu bulan su misali…

Dünyaya gelmenin ne anlama geldiğini öğreten duygudur yaşamak.

Yaşamak sadece yaşamaktır.

31/08/2003” de yazmışım yıllar önce. Yayınlayıp yayınlamadığımı bile hatırlamıyorum. Günlüğümden çektim çıkarttım satırlara taşıdım.

Yazdığım yazının üzerinden tam 11 sene geçmiş. Az önce yeniden okudum. Düşüncelerim de değişiklik var mı sorguladım. Konu hayat üzerine yazmak olunca kendimden kopya çekmek istedim. Malum hepimiz kendi hayatımızın başrolündeyiz. Bazıları hayatlarını yaşarken bazıları da hayatlarını uydururlar. Baktığınızda ikisi de “hayat hikâyesi” olarak gözükür. Ama asıl önemli olan hayatı uydurmak değil, yaşamak.

YSM olarak hayatı dolu dolu yaşamak gerektiğine inanan bir kadınım. Belki de bu yüzden hayatı kaçırıyorum duygum yakamı hiç eksik bırakmaz. Yapmak istediklerim o kadar çokken hayatın bana sunduğu sorumluluklar ve zaman. Kendimden bir kaç tane olsa dediğim çok olur. Oysa hangimiz istemez ki birimiz çocuklarla ilgilenirken diğeri konsere, filme, tiyatroya gitsin. Birimiz çalışırken diğeri dünyayı gezsin. Yani konu yaşamak olunca o kadar çok yaşam var ki. Ama ne yapıyoruz sadece yaşıyoruz.

42 yıllık hayatımda öğrendiğim eskiden de yazdığım gibi her şeyi akışına bırakarak yaşamak gerekiyor. Olduğu gibi olanı kabullenmek olmayan içinde üzülmemek. Çünkü biliyoruz ki bir şey olmuyorsa da bizim hayrımıza.

İnsan zaman ile öğreniyor bunları. Bu satırları okuyan gençler yazdıklarımı anlamlı bile bulmayabilir. Zaman hızlı tüketim ve sosyal zamanlar. Ama unutulmamalı ki tek bir an var o da içinde bulunduğun an. Bu sebeple içinden geldiği gibi, kendi mutluluğunu yaratmaya yönelik olacak yaşamak. Çok zor da diyebilirsiniz. Evet, çok zor ama şu hayatta ne kolay ki. Oyun oynamak için bile yerinizden kalkıp ya oyuncağı almak ya da bilgisayarınızı televizyonunuzu ya da mobil cihazlarınızı açmak zorundasınız. Yani her şey istemekle başlar.

Yaşamak, iyi ve mutlu yaşamak bir tercihtir. Siz iyi olmayı ve hayatınız boyunca farkında olarak yaşamayı tercih ederseniz hayatı farklı yaşarsınız. “Mutlu olduğunuz zamanlarda bütün dünyanın çok daha güzel göründüğünü hiç hissettiniz mi? Oysa sizin bakış açınız dışında gerçekte hiçbir şey değişmemiştir…” diyor Judi James. Gerçekten ne kadar doğru değil mi?

Bir yabancı gibi değil de kendi hayatınızı farkında olarak yaşamak gerekir. Herkes kendi tecrübesini tüm bir hayatın tecrübesi olarak sanır. Oysa önemli olan sadece yaşamak ve ruhunu beslemektir. Yaşarken de başkalarının yargılarına takılıp kalmamak gerekir. Önemli olan duyguların özüdür.

Gerisi detay, gerisi hikâye kalır.

Yeşim Mutlu

Mutluluk Bağımlılığı

Bloguma Şubat ayı için misafir olan blogger: Uzun süredir paylaşımlarını keyifle takip ettiğim Sakarpiyon Oğuz.

Kendisine beni kırmayıp blogumun konseptine uygun Hayat ve Tecrübeler ile alakalı bir yazı yolladığı için ayrıca teşekkür ederim.

Ben “Mutluluk Bağımlılığı” yazısını çok sevdim. Umarım siz de çok seversiniz:

Resim

Sevgili İgal beni blogunda misafir etmeyi kabul ettiğinde tek ricası, blogunun genel konseptine uyabilmesi için “hayat ve tecrübelere dair” bir yazı olması gerektiğiydi.

Sanırım delice çıkışlarımdan ve belki de küfürbaz ağzımın siyasete bulaşmasından endişe ediyordu.

Küçük bir gülümsemeyle geçiştirdim bu endişesini.

Hal böyle olunca önceden düşünmeden, üzerinde pek vakit harcamadan yazmak istedim bu yazıyı.

Sanmayın ki sallapati bir yazı olacak bu, ancak çok ağır bir dili olmasa da sabun köpüğünden hallice olacağını bilmenizde fayda var.

Günümüz insanının, genelde “sosyal medya” adı verilen özelde de facebook, twitter, instagram, vine, pinterest, foursquare, youtube gibi adlarla anılan devasa bir canavar ile güreşenler için farklı bağımlılıklar söz konusu.

Eskiden bağımlı denildiğinde anlık mutluluk, keyif verici ama uzun vadede zararlı şeyler akla gelirdi. Bu maddelerin ve davranışların en bilinenleri; sigara, alkol, uyuşturucu, kumardı. Sonra zamanla farklı şeyler bu kavramlara dâhil olmaya başladı.

Sosyolog, Psikolog gibi ünvanlarım olmadığı için diğer kavramları işin içerisine karıştırmayacağım, onları uzman arkadaşlarımıza bırakıyorum.

Artık hepimiz birer mutluluk bağımlısı haline geliyoruz, kimimiz hızlı kimimiz yavaş, ama sonumuz buraya doğru gidiyor. “Fast Food” kültürü hayatımızın her anına epey “Fast / Hızlı” bir giriş yaptı.

Her şeyi hızlıca yaşıyor, hızlıca tüketiyoruz.

Bu hızlı yaşayış esnasında mutluluklarımız da çok hızlı ve anlık oluyor.

Burada size bir videoya şu kadar saniye, bir görsele şu kadar saniye bakıyoruz vb. gibi teknik veriler yazmayacağım, onlar zaten uzman olan/olmayan herkes tarafından dile getiriliyor. Mesele, hepimizi mutluluk bağımlısı haline getiren, bu hızlı yaşam ve tüketim kültürünün giderek hızlanan aynı zamanda yaygınlaşan teknoloji sayesinde acımasızca üzerimize gelmesidir.

Paylaşımlarımızı yaptıktan sonra gelen beğeni, ilave paylaşım ve yorumlar yüzümüzü güldürüyor, beynimizde anlık mutluluk dalgalanması oluşturuyor.

Ancak bu tatmin o kadar kısa sürüyor ki hemen bir yenisine daha ihtiyaç duyuyoruz.

Paylaşımlarımıza herhangi tepki gelmediğinde ise nötr kalmak yerine daha da vahim bir şekilde mutsuz oluyor, neden beğeni veya yorum gelmediğini, neden paylaşılmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Bunun bir aşama ötesine geçenler ise artık kimse tarafından sevilmediğini düşünmeye kadar vardırıyor işi.

Bu kez peş peşe daha çok paylaşım yapıyor ve sosyal medya hesaplarının başında gelecek bildirimleri beklemeye başlıyor. Bu özellikle uyuşturucu kullananların yaşadığı aşırı doz tüketimine benziyor.

Lafı çok uzatmayacağım, birçoğumuz bu söylediklerimi görüyor belki de farkında olmadan yaşıyoruz. Ben mutluluk bağımlılığını daha çok şuna benzetiyorum; bir çocuğa her hafta yeni bir oyuncak aldığınızda giderek yeni oyuncaklardan aldığı haz, mutluluk ve yeni oyuncaklarla oynama süresi azalıyor, eskilerin ise yüzüne bile bakmıyor.

Bu duyguyu sürekli yaşamak isteyen çocuk için oyuncak edinme süresi kısalmak zorunda kalıyor ve oyuncukların maddi değerinin göreceli olarak yükselmesi gerekiyor. Aksi durumda çocukta davranış bozuklukları gözlenmeye başlıyor. İşte bu aşama da bağımlılık ve aşırı doz tüketimine bir örnek oluşturuyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor? Günümüzde internet, oyun ve sosyal medya bağımlılığına yönelik klinik tedavilerin uygulandığını duyuyoruz. Yukarıda da dediğim gibi ben bu işin uzmanı değilim, size bir uzman gözüyle çözüm yolu öneremeyeceğim. Eğer bir uzmandan yardım almadan bu bağımlılığın etkisini azaltmak gibi girişimleriniz varsa yapacağınız en güzel ve basit şeylerden birisi hobi edinmek olabilir.

Bunların dışında, binlerce yıldır insanlara eşlik eden kitap okumak, müzik dinlemek gibi alışkanlıkları kazanmak olabilir. Benim bir dönem yaptığım da belki size bir fikir verebilir. Fotoğrafa yeni başladığım dönemlerde, bazı fotoğraf paylaşım siteleri ve facebook sayesinde amatör/profesyonel fotoğrafçılardan oluşan topluluklarla tanışmaya başladım. Bazılarının kuruluşunda yer alırken bazılarının içerisine dâhil oldum. Artık o gruplarla eskisi kadar sıkı bağlarım olmasa da, onların sayesinde bugün halen görüştüğüm sıkı dostlar edindim. Ayrıca kazandığım bilgi ve tecrübe de işin cabası oldu.

Kısacası sizler de yürüyüş, bisiklet, fotoğraf, el işleri, sanat faaliyetleri gibi girişimlerde bulunabilirsiniz.

Bunları yaparken sosyal medyadan, internetten, teknolojiden tamamen uzak durmak zorunda değilsiniz, ama moda deyimiyle bir “teknolojik detoks” yapmanızda fayda var.

Sevgilerimle.

Sakarpiyon

Oğuz Sakarpiyon Kimdir?

Resim

İstanbul’da yaşıyorum, özel bir bilgisayar şirketinde Bilişim, Sosyal Medya Danışmanı ve aynı zamanda serbest fotoğrafçı olarak çalışıyorum. Şimdi bazı arkadaşlar gibi “çocukken acayip fotoğraflar çekerdim, harika çocuktum, fotoğraf dehasıydım, fotoğraf için doğmuştum” gibisinden söylemlere falan girmeyeceğim.
2007 yılından beri profesyonel olarak dijital fotoğrafçılıkla uğraşıyorum ve teknolojinin her nimetinden faydalanıyorum. Sanatsal fotoğrafların dışında, Gelin-Damat (Düğün), Doğum-Bebek, Moda, Kişiye Özel Portre, Ürün, Katalog, Mimari ve 360 derece Mekan fotoğrafları çekiyorum.
Arada sırada da kısa karalamalarımı sosyal medya üzerinden #DeliDefteri etiketiyle Berduş mahlası altında yayınlıyorum.
Böyle duyurdu Berduş!

Carpe diem (Seize the Day)

Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen gününü gün etzamanın tadını çıkargünü yakalaanı yaşa veya günü yaşa gibi anlamlardaki özdeyiş.” anlamına gelen sözdür aslında Carpe diem.

Bu özdeyiş hazcı felsefenin bir savunusu gibi gözükse de aslında gelecek hakkında endişelenmek yerine “yaşanılan anın “değerine vurgulamak için yapılan bir uyarıdır.

14. yüzyıl başlarında Byron’ın yapıtlarında sık sık geçen “günü yakala” (seize the day), deneyimdeki hazzı, yaşanmış yaşanmıştaki önemi gözden kaçırmamayı salık verir…

Son zamanlarda birçok insanın fark etmeye başladığı, yakın geçmişte Ölü Ozanlar derneği adlı filmde çok bahsi geçen bir konuydu bu…

” Ölü Ozanlar Derneği filminde Profesör Keating, öğrencilerinden birine şiir kitabındaki ilk dörtlüğü okumasını söyler.

Öğrenci de başlar okumaya;

“Henüz vaktin varken tomurcuklarını topla.

Zaman hala uçup gidiyor.

Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüp yok olabilir”..

Sonra Profesör Keating, “Carpe Diem’in ne demek olduğunu biliyor musunuz?” der.

Bir öğrenci “yaşadığın günü kavra” diye cevap verir.

Keating şairin neden böyle söylediğini açıklar:

“Hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar!

Buna ister inanın, ister inanmayın,

her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz.

Şimdi öne doğru bir adım atın.

Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin.

Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız.

Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli.

Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler.

Sizler gibi yenilmez hissediyorlar!

Dünya onlar için bir istiridye.

Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar.

Sizler gibi gözleri umutla dolu.

Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar?

Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu.

Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız.

Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz?

Carpe… Carpe… Carpe Diem…

Anı yaşayın, çocuklar.

Hayatınızı olağandışı yapın! “ ”

Hayat,

Sanırsın ki kim olduğun, nerede olduğun, kiminle olduğun veya kaç paran olduğu ile ilgilidir.

Yanılıyorsun.

Hayat, bunlarla ilgili değildir.

Hayat hangi yolu tercih ettiğin ve hangi yolda ilerlediğin ile alakalıdır.

Hayat, ne geçmiş, ne de gelecekle ilgilidir.

Hayat, sadece yaşadığın an ile ilgilidir.

Geçmiş: yaşanmış ve bitmiş demektir.

Geçmiş: senin acı ve tatlı anılar ile dolu hazinendir.

Gelecek: henüz yaşanmamış demektir.

Hayatta yaşayacağın günler olduğu için; gelecek aslında senin umudundur.

Bu yüzden asıl hazinen yaşadığın gün yani bugündür.

Nefes aldığın her an,

Sağlıklı olduğun,

Konuşabildiğin,

Duyabildiğin,

Okuyabildiğin,

Yazabildiğin,

Keyifle yiyip içebildiğin,

Yanında dostlarla sohbet edebildiğin her an aslında senin hazinendir.

Elindekilerin değerini anlamak için: onları kaybetmeyi bekleme…

Bugün, şu saniye onlar için şükret.

Yaşadığın her anı mutlu ve huzurlu kılmak aslında senin elinde…

Buraya kadar tamam..

Bakalım Hayat’ın ustaları hayat hakkında ne demişler ?

  • “Dünden öğrenin, bugün için yaşayın, yarın için ümit edin.”  Albert Einstein
  • “Hayatta en büyük engel, beklemektir; daha sonra gelecek olan her şey belirsizliğin alanına girer. Şu andan itibaren yaşa.” Seneca
  • “Bugünün bir daha asla doğmayacağını düşün.” Dante
  • “Bir an bekle, arkana dön ve unuttuklarını anımsa. Kaybettiysen ara, kırdıysan af dile, kırıldıysan affet: Çünkü hayat çok kısa.” Şems-i Tebrizi
  • Hayat kısa, Kuşlar uçuyor. Cemal Süreya

Bu ustaların üzerine bana söz düşer mi diye sordum kendime…

Sonra “benim yazım, benim kararım” diye cevapladım kendimi.

Son Söz:

Çünkü bugünü değiştirebilirsen, geleceğini de değiştirirsin.

Anı Yakalayın…

İgal Biton

Görsel