Hayat sadece yaşamak değil, iz brakmaktır.

Evet;

Uzun zamandır yazmıyordum. Her insan gibi benim hayatımda da iyi ve kötü bir şeyler oluyor.

İyi şeyleri yazmak bu kadar kolayken; bazıları için kötü deneyimleri paylaşmak bir kat daha zor oluyor.

Tanıyan bilir. Olabildiği kadar pozitif enerjiye ve gülmeye inanan biriyim.

Son dönemlerde birçok karmaşık yol ve olaydan geçtim.

Bir hastalık geçirdim, şimdi şükür iyiyim…

En yakın olduğum, çok sevdiğim teyzemi maalesef kaybettim.

Kendimle baş başa kalıp sohbet etme imkânım oldu.

Hayatı da sorguladım tabi.

Ama hayat sizin sorgunuza cevap vermiyor.

Sadece olacakları önünüze koyuyor ve size de onla yaşamak, başa çıkmak kalıyor.

Yazı yazmayı,  sizlerin beni okumasını ve  yorum yapmanızı da özledim…

Ama hayat bir bisiklete binmek gibidir. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz.

O yüzden ben de pedalları tekrar çevirmek zorunda hissettim kendimi.

Genelde hayat ile ilgili yazıyorum. Çünkü hayat bizim bu dünyadaki en büyük  sınavımız.

Karşımıza çıkan iyi ve kötü olayları karşılama, onlara tepki verme ve öğrenme sınavımız.

İyi şeylere nasıl tepki veriyorsun, kötü şeyler ile nasıl mücadele ediyorsun işte onun sınavı…

Güzel olan şey ise; bunlardan ders çıkarabilmek ve hayattan öğrenebilmek.

Bana göre Hayat’ın size en önemli öğretisi ise yaşarken öğrenmek. Çünkü hayat; yaşarken öğretebiliyor ve yeterince güçlü isen seni bile değiştirebiliyor. Yeter ki öğrenmeye ve yeniliğe açık ol…

Bir de hayatı sizle kesişen insanlara dokunmak var tabi. Onlara dokunabilmek, güzel şeyler paylaşabilmek ve iyi anılar bırakabilmek.

Kim ne derse desin, hayatınızda ne olursa olsun, siz iyiliğe dokunun. Hayatınızdaki insanlara hep pozitif olun ve iyiliğinizi yansıtın.

Hayat sadece yaşamak değil, iz bırakmaktır.

Ve iz bırakmak isteyenlere bir tavsiye: Ralph Waldo Emerson’dan gelsin:

Yol sizi nereye götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki; iz bırakın.

vkvyc

Hayatta iz bırakmak önemli evet ama asıl önemlisi sizin o izi nasıl bıraktığınızdır.

Hayata sizin attığınız imza; insanların isminizi duyduğunuzda  yüzlerinde beliren tebessüm olsun.

İyi haftalar;

İgal

Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin…

Niye bu yazıyı yazıyorum ?

Genelde hayat hakkında, insanlar hakkında iyi insan olmak hakkında filan yazıyorum.

Fakat belli ki ya çok az insan beni okuyor ya da çok az insan bunu hayatında uygulamak istiyor.

Son dönemde ne mi gördüm ?

Çıkar dostlukları, çapraz ticaret ilişkileri, al gülüm ver gülüm arkadaşlıklar, kendi olmayan veya olamayan insanlar…

Bu hayatta bir yolunuz olsun istiyorum, bir duruşunuz, hayalleriniz, çok mu ?

Az Bile…

Neden çoğunuz beceremiyor ?

Vizyon yok, misyon yok, yarın ne olacağımız belli mi zihniyeti…

Varken yaşayayım, yokken bakarız zihniyeti…

Bir daha mı geleceğiz dünyaya, rahat rahat yaşayalım zihniyeti…

Yaşayın tabi, size karışan yok.

Ama insan olun istiyorum yaşarken, bir çoğumuzun becerebildiği gibi…

Hayal kırıklıkları, hatalar, kötü ve iyi yönler…

Hepsi insalığa dahil.

Neden beceremediğinizi söyleyeyim.

Ego, İd ve Superego’ nuz yok mu…

Sizin değil onların suçu hep.

Ağladığınızda aciz duruma düşeceğinizi, hatanızı kabul ettiğinizde zayıf karakterli olacağınızı, özür dilediğinizde güçsüz görünebileceğenizi  düşündürüyorlar size…

İnsan olmak sadece güçlü olmak veya güçlü görünmek değildir.

Bu hayatta gerçek güç yardıma muhtaç olanlara yardım etmektir. Güçsüz iseniz yardım istemektir.

Kaçımız bunu becebiliyor pek emin değilim.

Size tavsiyem maskelerin ardına gizlenmeyi bırakın artık.

Maskenizi çıkarıp aynaya bakın.

v-for-vendetta-80462

Siz kimsiniz?

Bu hayatta neler yaptınız ?

Yolculuğunuz nerede başladı ve nereye gidiyor ?

Bunu ilerde hayal kırıklığına uğramadan hemen yapın.

Çünkü maskeleriniz er geç düşer bu hayatta.

Elbet kandırdığınız kişiler, sizin kim olduğunuzu öğrenecek ve siz de bir gün kendiniz ile yüzleşeceksiniz.

O yüzden kendi hayatınızdan rol çalmaya ve başkalarının hayatından zaman çalmaya bir son verin.

Oscar Wilde’ın dediği gibi “Kendiniz olun; zaten başka herkes alınmıştır”

Minimalist_Quotation_Print_Samuel-Johnson_08-artmanik

Hayal etmekten vazgeçmeyin…

Zor olan insan olmak mı, iyi insan olmak mı bilmiyorum.

Bazılarınız iyi değilsiniz.

Hem de hiç iyi değilsiniz.

İyi olmamanız aslında işin en kötü tarafı da değil…

En kötü tarafı; bunun farkında olmanız ve bunun için hiçbir şey yapmamanız!

İyi olmak, bir erdemdir ve bu dönemde iyi insan bulmak gerçekten zor.

İnsanlar bencil ve hep kendini düşünüyor.

İnsanlar saldırgan.

İnsanlar aslında çevresi ne kadar kalabalık olsa da bir o kadar yalnız.

Bu yalnızlıkta tutunacak bir dal, bir arkadaş, bir dost arıyorlar.

Buna ulaşmak için birçok yol denerken işin enteresan tarafı bir şeyleri hayatın halletmesine izin vermiyorlar.

Bu kadar dolambaçlı yollardan gitmek yerine iyi insan olmayı deneseler belki de hayat onlara farklı sürprizler hazırlayacak…

Başka insanlara yardım eden, zor zamanlarda onların yanında olan insan sayısı giderek azalıyor.

Acaba “insan” ırkının nesli hızla tükeniyor diyebilir miyiz?

Belki de…

İnsan olmak, bu kadar da zor olmamalı.

İyi İnsan olmayı; maalesef ben size öğretemem.

Onu kendi hayat çizginizde yürüyüp, hayatın size getirdiği güzellikleri ve zorlukları eğrisi ve doğrusu ile kabul edip, karşınıza çıkan zorluklara göğüs gererek siz keşfetmek zorundasınız.

Hayat çok kısa olduğundan, başkaları ne düşünür diye düşünmekten sıyrılıp, canınız gerçekten ne istiyorsa onu yapın.

Dondurma yiyin, Dans edin, Spor yapın ve daha çok gülümseyin mesela.

Her gün tanımadığınız birkaç kişiye gülümseyerek selam verin.

Bir gün hiç yapmayacağınız bir şeyi sadece denemek için yapın.

Ya da bunların hiçbirini yapmayın. İçinizden ne geçiyorsa onu yapın.

Aslında yaşadığınız hayatın ne kadar renkli olduğunu ve size farklı sürprizler hazırladığını göreceksiniz.

Ne yapacağını bilmeyen, yol haritası olmayan, gelecek hayali kurmayan insanlar görüyorum.

Yol haritası sizin karanlıktaki ışığınız ve umudunuz ise hayat yolundaki kılavuzunuzdur.

Siz, siz olun kendinize bir yol haritası çizin, hayallerinizden asla vazgeçmeyin.

O yolda yürümeye devam edin bir bakmışsınız siz de İyi’ler arasına katılmışsınız.

Son Söz çok sevdiğim bir sanatçı Pablo Picasso’dan gelsin.

 Hayal edebildiğiniz her şeygerçektir.”

hayal-etmek

İgal Biton

“ AN ”ımda tertemiz…

Misafir Blogger uygulamamızda sıra Ağustos ayına geldi…

Ağustos ayı için uzun süredir beğenerek takip ettiğim birini seçtim.

Bu ay misafir blogger olarak seçtiğim kişi: Serra İnce

Gerçekten pozitifliği ile en negatif gününüzde bile sizi gülümsetebilecek nadir insanlardan biri Serra.

Serra aynı anda bir kaç şeyi bir arada yapabiliyor. Alarko Turizm Grubunda Pazarlama bölümünde çalışan Serra aynı zamanda yazıyor, çizim yapıyor ve farklı eğitimler ile sevgiyi yayıyor.

Bu yaz yaptığı tasarım çantalar da çok beğeni kazanmış durumda. Nerden mi biliyorum ? Hepsi satıldı 🙂 

Ondan yazı istediğimde önce tereddüt etti sonra çok yoğun olmasına rağmen beni kırmadı. 

Misafir blogger’lar için tek kuralım: blogumun “hayat” ile alakalı konspetine uygun bir yazı yazmaları…

Serra’da hayat’a dair kısa ama çarpıcı bir yazı yazmış:

İgal’in, evrenin ona gönderdiği her şeyi iyi, kötü ayırt etmeksizin kabul edici tarafını keşfettiğim günden beri takip ettiğim blogunda bana da yer vermek istediğini duyduğumda çok sevindim..

 Bu değerli bloga ben de eğer bir nefes katabilirsem ne mutlu bana..

Sevgiyle…

“ AN” ımda tertemiz…

Her sabah uyanıyorum.

Elimi, yüzümü yıkıyorum.

Sonra temizlenmiş kıyafetlerimi giyiyorum.

Tertemiz arabama biniyorum, işe gidiyorum.

Masam her zaman tertemiz, düzenliyimdir.

Sonra içime dönüyorum, bakıyorum kıyafetlerim temiz, tenim temiz, peki ya ruhum?

Ruhum temiz mi?

Hayat, karşıma neler çıkardı..

İyi ki üzmüşler beni,

İyi ki canımı acıtmışlar,

İyi ki yaşadığım her şeyi yaşayıp, bugün olduğum kişi olmuşum…

Ruhumun temiz olduğu kadar vicdanımda temiz.

Geçmişim geçmişte, geleceğim bende, “AN”ımda tertemiz bir halde!

 Serra İnce

 10617369_10154535952910722_894975818_n

Serra Hakkında:

1 Nisan 1987 doğumlu Serra, Koç burcunun özelliklerini taşımakta…

Bilgi Üniversitesi Sahne ve gösteri sanatları yönetimini bitiren Serra; şu anda Alarko Turizm Grubunda Pazarlama Yöneticisi olarak çalışıyor.

Kendini tarif ediş biçimi:

“ Senelerdir çizim yaparak, yazı yazarak, sevgi vererek, yarattıklarımı evrene bir yaratım olarak bırakmaya çalışıyorum. Sevgi benim için her şeydir.”

Serra’ya ulaşmak için:

Instagram: @serraince

“Yaşamın Anlamı”

Evet geldik haziran ayına.

Mayıs ayının sonunda yazılmış ama biraz ertelediğim bir yazı var.

Mayıs ayı için çok çok eskilere giderek ondan yazı yazması için bir çocukluk arkadaşımdan rica ettim.

Serra’cım da beni kırmadı hemen yazısını yolladı.

Evet Blogumun Mayıs ayı konuğu “Serra Ilgaz”

Kendisinin yazısını biraz ertelemeli yayınladığım için de ondan özür diliyorum. Umarım beni bağışlar 🙂

Yazısı o kadar güzel ki size Serra’yı övmek yerine  sizi onun yazısı ile başbaşa brakıyorum. 🙂

“Yaşamın Anlamı”

Tarifi imkânsızı tanımlamak mümkün mü?

Varlığımız da yaşamın anlamın sorguladığımız ilk anlardan biri: Bir bebeğin ellerini keşfettiği o ilk an. Zamanın durduğu, var oluşun ilk sorgulamalarından birinin yapıldığı o mucizevî an…

Yüzyıllar önce filozoflar da hayatın anlamını sorguladılar​​. Aristo dünyaya işaret ederken, Platon gökyüzüne işaret etti.

Helenistik dönemde, filozoflar hayatın anlamını edinilen maldan serbest kalarak zenginlik, güç, sağlık ve şöhret isteklerini reddetme olarak tanımladılar.

Hedonist dünya görüşü bedensel haz üzerine kurulmuş bir hayat anlayışından bahsetti oysa Epikuros mütevazı zevkleri arayışı övdü.

17. ve 18. yüzyıllarda John Locke, Jean – Jacques Rousseau ve Adam Smith gibi erken düşünürler emek ve varlık yoluyla hayatın anlamını bulma ve bu amacı destekleyen bir ortam yaratmak için sosyal sözleşmeleri kullanmayı ön gördüler.

19. yüzyıl devam ederken Faydacılık “en büyük mutluluk ilkesi ” olarak hayatı tanımladı.

Aynı dönemde Nihilizm hayatın nesnel bir anlamı olmadığını öne sürdü.

20. yüzyılda hayatın anlamı ile ilgili biyolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında insan varlığını yeniden değerlendirme girişimlerinde radikal değişiklikler gördük (pragmatizm ve mantıksal pozitivizm, varoluşçuluk, seküler hümanizm gibi)

 

 

Bugün,

Toplumlarda devam eden en büyük değişim bilgi paylaşımın kolaylaşmış olması. Tüm düşünceler ve bilgiler bizden bir parmak uzaktalar. Ve biz daha kapsamlı bir “kendimizi anlama” arayışının peşindeyiz.

İletişim becerilerimiz ile birlikte kolektif hafızamız ve tanımlama yeteneğimiz de gelişiyorlar.

Gelecek daha da önemli değişikliklere gebe.

Bu eğilim bizlerin iş yapma biçimini ve yaşam anlamımızı da etkilemeye devam edecek.

Zaman değişiyor, dogmaları değişiyor, ilişkiler değişiyor, beğeniler değişiyor fakat hayatın özü hala burada…

Hayatın anlamı hatırlamaya değen her anımızda: ilklerimizde, sonlarımızda… ve hatta arada yaşadıklarımızda: Okulda ilk günün, iş yerinde son günün, ilk aşkın, onunla son akşam yemeğin, , arkadaşlarla çıktığın o ilk tatilin,  yaptığın son çılgınca bir şey, ilk hayal kırıklığın, ilk zaferin, son memnuniyetin…

Bugünün… Yarınların!

Anları yakalayın…

Hayat buna değer! Hatta bu yalnız Pazartesi bile buna değer !

Ve lütfen unutmayın:

Hayatın anlamı bu anda… Başka hiçbir yerde değil içinizde…

Sevgiler,

Serra

Beni takip etmek için www.serrailgaz.wordpress.com

Twitter @serrailgaz

Serra’ya dair:
Resim
Serra yurt dışında geçirdiği uzun yıllardan sonra 2010 senesinde Türkiye’ye döndü. Start-up lara incubation desteği, kobilere ve şahıslara yönetim danışmanlığı hizmeti veriyor.
2 mucizem diye adlandırdığı kızları ile İstanbul’da yaşıyor.
Resim yapmaktan, seramik atölyesinde saatlerini geçirmekten, okumak ve hayatı anlamaya çalışmaktan zevk alıyor.
Minik bir bloğu var. Oradan hayata sesleniyor.

 

YAŞAMAK

Evet, geldik Mart ayına.

Mart ayı sizler için seçtiğim Misafir Blogger: Yeşim Mutlu nam-ı diğer YSM

Kendisini dört seneye yakın bir zamandır, keyifle sosyal mecralardan takip ediyor ve hayranlık duyuyorum.

Neden mi?

Çünkü:

Resim

Yeşim Mutlu: İlk başta  3 çocuğa sahip süper bir anne,

Resim

Aynı zamanda; İyi bir doğum fotoğrafçısı ve fotoblogger;

Resim

ve buna ek olarak ta birçok sosyal sorumluluk projesinin de gönüllüsü ve öncüsü…

Kendisinin bitip tükenmek bilmeyen hayat enerjisi ve deneyimleri bana hep ilham olmuştur.

Bu yüzden kendisinden yaşam ve deneyimler üzerine bir yazı rica ettim.

Yeşim  de beni kırmadı ve hemen “Yaşamak” başlıklı yazısını yolladı.

Ben yazıyı çok çok beğendim  ve  YSM’ye tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Yaşamak isimli yazıyı beğeninize sunarım:

“YAŞAMAK”

“Yaşamımda var olan var olmuş ve var olacak yaşamlara…

Yaşam keyiftir. Nasıl, ne için, ne zaman ve nerede yaşamak önemli değil; sadece yaşamaktır önemli olan.

Kavurucu sıcaklarda birdenbire yağmurun yağması; kaybedilen sevgilerin ilk kez okunan satırlarda bulunmasıdır yaşamak. Hayaller gökyüzüne bırakılırken; ulaşılmaz sanılan dağın tepesinde insanın kendini bulmasıdır yaşamak. Serseri yalnızlıklarda sessizliğin sevişmesi, keşfedilmemiş ülkelerde dilini anlamadığın insanların arasında dolaşmaktır yaşamak. Sessiz geceyi bölen çığlıkla yeni doğan bebeğin ağlamasıdır yaşamak. Her şeyi akışına, oluruna bırakmaktır yaşamak, yolunu bulan su misali…

Dünyaya gelmenin ne anlama geldiğini öğreten duygudur yaşamak.

Yaşamak sadece yaşamaktır.

31/08/2003” de yazmışım yıllar önce. Yayınlayıp yayınlamadığımı bile hatırlamıyorum. Günlüğümden çektim çıkarttım satırlara taşıdım.

Yazdığım yazının üzerinden tam 11 sene geçmiş. Az önce yeniden okudum. Düşüncelerim de değişiklik var mı sorguladım. Konu hayat üzerine yazmak olunca kendimden kopya çekmek istedim. Malum hepimiz kendi hayatımızın başrolündeyiz. Bazıları hayatlarını yaşarken bazıları da hayatlarını uydururlar. Baktığınızda ikisi de “hayat hikâyesi” olarak gözükür. Ama asıl önemli olan hayatı uydurmak değil, yaşamak.

YSM olarak hayatı dolu dolu yaşamak gerektiğine inanan bir kadınım. Belki de bu yüzden hayatı kaçırıyorum duygum yakamı hiç eksik bırakmaz. Yapmak istediklerim o kadar çokken hayatın bana sunduğu sorumluluklar ve zaman. Kendimden bir kaç tane olsa dediğim çok olur. Oysa hangimiz istemez ki birimiz çocuklarla ilgilenirken diğeri konsere, filme, tiyatroya gitsin. Birimiz çalışırken diğeri dünyayı gezsin. Yani konu yaşamak olunca o kadar çok yaşam var ki. Ama ne yapıyoruz sadece yaşıyoruz.

42 yıllık hayatımda öğrendiğim eskiden de yazdığım gibi her şeyi akışına bırakarak yaşamak gerekiyor. Olduğu gibi olanı kabullenmek olmayan içinde üzülmemek. Çünkü biliyoruz ki bir şey olmuyorsa da bizim hayrımıza.

İnsan zaman ile öğreniyor bunları. Bu satırları okuyan gençler yazdıklarımı anlamlı bile bulmayabilir. Zaman hızlı tüketim ve sosyal zamanlar. Ama unutulmamalı ki tek bir an var o da içinde bulunduğun an. Bu sebeple içinden geldiği gibi, kendi mutluluğunu yaratmaya yönelik olacak yaşamak. Çok zor da diyebilirsiniz. Evet, çok zor ama şu hayatta ne kolay ki. Oyun oynamak için bile yerinizden kalkıp ya oyuncağı almak ya da bilgisayarınızı televizyonunuzu ya da mobil cihazlarınızı açmak zorundasınız. Yani her şey istemekle başlar.

Yaşamak, iyi ve mutlu yaşamak bir tercihtir. Siz iyi olmayı ve hayatınız boyunca farkında olarak yaşamayı tercih ederseniz hayatı farklı yaşarsınız. “Mutlu olduğunuz zamanlarda bütün dünyanın çok daha güzel göründüğünü hiç hissettiniz mi? Oysa sizin bakış açınız dışında gerçekte hiçbir şey değişmemiştir…” diyor Judi James. Gerçekten ne kadar doğru değil mi?

Bir yabancı gibi değil de kendi hayatınızı farkında olarak yaşamak gerekir. Herkes kendi tecrübesini tüm bir hayatın tecrübesi olarak sanır. Oysa önemli olan sadece yaşamak ve ruhunu beslemektir. Yaşarken de başkalarının yargılarına takılıp kalmamak gerekir. Önemli olan duyguların özüdür.

Gerisi detay, gerisi hikâye kalır.

Yeşim Mutlu

“Bir Küçük Hayat Öyküsü”

Birçok şey karalıyorum.

Pek azını kaleme dökecek cesareti buluyorum.

Yazmak, kelimelere anlam katabilmek,  zor iş arkadaş.

Çünkü hissettiklerini kalbinden kalemine ve kaleminden sözcüklere dökmen gerek…

Ve eğer karşındakine hissettiremiyorsan sen boşa yazıyorsun arkadaş.

Bugünkü yazım bir küçük hayat öyküsü…

Sanmayın ki size bir hayatı anlatacağım.

Sadece hayat ile alakalı düşüncelerimi paylaşacağım.

Hepimizin yaşadığı sıradan bir hikâye…

Hayat.

Nasıl, neden ve niçin ile başlayan…

Ne zaman ile devam eden,

Ne olacak şimdi sorularıyla olgunlaşan…

Bazen farkında olduğumuz, bazen farkında olmadan yaşadığımız bir hayat öyküsü.

Soruların cevaplarını bulduğumuz, bazen bulamadığımız, hatta bazen soruların bile farkına varılmadan yaşadığımız bir hayat öyküsü.

Sevmenin, sevilmenin, değer vermenin, değer almanın peşine düştüğümüz bir  hayat öyküsü.

Oysa bu öykünün kahramanı siz değil misiniz?

Öyle ise sevmek ve sevilmekten önce kendinizi tanımalı ve sevmelisiniz.

Doğrusu ve yanlışı ile kendinizi sevebilirseniz, diğerleri de peşinden gelecektir.

Bu öykünün kahramanı siz olduğunuza göre soruları kendinize sormalısınız. Vaktinizi kendinize harcayıp kendinize yatırım yapmalısınız. Kendinizi tanıdıkça iyi ve kötü yönlerinizi geliştirebilirsiniz. Gelişim kabul etmek ile başlar. İnsan hatalı olduğunu kabul edebildiği noktada gelişim basamaklarında birinci merdivene çıkmış demektir. Gelişim hayat boyu devam edecek bir süreçtir. Kendinizi geliştirdikçe aradığınız soruların cevaplarını da bulacaksınız.

Hayatınıza bir sürü insan girecek.

Bazısı gelip geçici,

Bazısı arkadaş,

Bazısı dost

Belki bir tanesi Hayat Arkadaşınız olacak.

Mühim olan kendi öykünüzdeki figüranlar ile zaman harcamamaktadır.

Sadece size gerçekten değer veren, hayatınızda kalacağına inandığınız insanlara zaman harcayın. Çünkü diğerleri er ya da geç gidecekler ve sizi çaldıkları zaman ve kayıplar ile baş başa bırakacaklar.

Resim

Hayat bir kitap ise; her sayfasını, her paragrafını ve her kelimesini yavaş ve dikkatlice okuyun.

Okuduğunuzu iyi anlayın ve keyfini çıkartın.

Çünkü bu kitabı sadece bir kez okuyacaksınız.

Zaman sizin, Yaşadığınız hayat sizin.

Kendi öykünüzün kahramanı olarak hayatın elinizden kayıp gitmesini beklemeden harekete geçin.

Çünkü eninde sonunda kitap bitecek ve rafa kaldırılacaktır.

Resim

İgal Biton

Mutluluk Bağımlılığı

Bloguma Şubat ayı için misafir olan blogger: Uzun süredir paylaşımlarını keyifle takip ettiğim Sakarpiyon Oğuz.

Kendisine beni kırmayıp blogumun konseptine uygun Hayat ve Tecrübeler ile alakalı bir yazı yolladığı için ayrıca teşekkür ederim.

Ben “Mutluluk Bağımlılığı” yazısını çok sevdim. Umarım siz de çok seversiniz:

Resim

Sevgili İgal beni blogunda misafir etmeyi kabul ettiğinde tek ricası, blogunun genel konseptine uyabilmesi için “hayat ve tecrübelere dair” bir yazı olması gerektiğiydi.

Sanırım delice çıkışlarımdan ve belki de küfürbaz ağzımın siyasete bulaşmasından endişe ediyordu.

Küçük bir gülümsemeyle geçiştirdim bu endişesini.

Hal böyle olunca önceden düşünmeden, üzerinde pek vakit harcamadan yazmak istedim bu yazıyı.

Sanmayın ki sallapati bir yazı olacak bu, ancak çok ağır bir dili olmasa da sabun köpüğünden hallice olacağını bilmenizde fayda var.

Günümüz insanının, genelde “sosyal medya” adı verilen özelde de facebook, twitter, instagram, vine, pinterest, foursquare, youtube gibi adlarla anılan devasa bir canavar ile güreşenler için farklı bağımlılıklar söz konusu.

Eskiden bağımlı denildiğinde anlık mutluluk, keyif verici ama uzun vadede zararlı şeyler akla gelirdi. Bu maddelerin ve davranışların en bilinenleri; sigara, alkol, uyuşturucu, kumardı. Sonra zamanla farklı şeyler bu kavramlara dâhil olmaya başladı.

Sosyolog, Psikolog gibi ünvanlarım olmadığı için diğer kavramları işin içerisine karıştırmayacağım, onları uzman arkadaşlarımıza bırakıyorum.

Artık hepimiz birer mutluluk bağımlısı haline geliyoruz, kimimiz hızlı kimimiz yavaş, ama sonumuz buraya doğru gidiyor. “Fast Food” kültürü hayatımızın her anına epey “Fast / Hızlı” bir giriş yaptı.

Her şeyi hızlıca yaşıyor, hızlıca tüketiyoruz.

Bu hızlı yaşayış esnasında mutluluklarımız da çok hızlı ve anlık oluyor.

Burada size bir videoya şu kadar saniye, bir görsele şu kadar saniye bakıyoruz vb. gibi teknik veriler yazmayacağım, onlar zaten uzman olan/olmayan herkes tarafından dile getiriliyor. Mesele, hepimizi mutluluk bağımlısı haline getiren, bu hızlı yaşam ve tüketim kültürünün giderek hızlanan aynı zamanda yaygınlaşan teknoloji sayesinde acımasızca üzerimize gelmesidir.

Paylaşımlarımızı yaptıktan sonra gelen beğeni, ilave paylaşım ve yorumlar yüzümüzü güldürüyor, beynimizde anlık mutluluk dalgalanması oluşturuyor.

Ancak bu tatmin o kadar kısa sürüyor ki hemen bir yenisine daha ihtiyaç duyuyoruz.

Paylaşımlarımıza herhangi tepki gelmediğinde ise nötr kalmak yerine daha da vahim bir şekilde mutsuz oluyor, neden beğeni veya yorum gelmediğini, neden paylaşılmadığını düşünmeye başlıyoruz.

Bunun bir aşama ötesine geçenler ise artık kimse tarafından sevilmediğini düşünmeye kadar vardırıyor işi.

Bu kez peş peşe daha çok paylaşım yapıyor ve sosyal medya hesaplarının başında gelecek bildirimleri beklemeye başlıyor. Bu özellikle uyuşturucu kullananların yaşadığı aşırı doz tüketimine benziyor.

Lafı çok uzatmayacağım, birçoğumuz bu söylediklerimi görüyor belki de farkında olmadan yaşıyoruz. Ben mutluluk bağımlılığını daha çok şuna benzetiyorum; bir çocuğa her hafta yeni bir oyuncak aldığınızda giderek yeni oyuncaklardan aldığı haz, mutluluk ve yeni oyuncaklarla oynama süresi azalıyor, eskilerin ise yüzüne bile bakmıyor.

Bu duyguyu sürekli yaşamak isteyen çocuk için oyuncak edinme süresi kısalmak zorunda kalıyor ve oyuncukların maddi değerinin göreceli olarak yükselmesi gerekiyor. Aksi durumda çocukta davranış bozuklukları gözlenmeye başlıyor. İşte bu aşama da bağımlılık ve aşırı doz tüketimine bir örnek oluşturuyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor? Günümüzde internet, oyun ve sosyal medya bağımlılığına yönelik klinik tedavilerin uygulandığını duyuyoruz. Yukarıda da dediğim gibi ben bu işin uzmanı değilim, size bir uzman gözüyle çözüm yolu öneremeyeceğim. Eğer bir uzmandan yardım almadan bu bağımlılığın etkisini azaltmak gibi girişimleriniz varsa yapacağınız en güzel ve basit şeylerden birisi hobi edinmek olabilir.

Bunların dışında, binlerce yıldır insanlara eşlik eden kitap okumak, müzik dinlemek gibi alışkanlıkları kazanmak olabilir. Benim bir dönem yaptığım da belki size bir fikir verebilir. Fotoğrafa yeni başladığım dönemlerde, bazı fotoğraf paylaşım siteleri ve facebook sayesinde amatör/profesyonel fotoğrafçılardan oluşan topluluklarla tanışmaya başladım. Bazılarının kuruluşunda yer alırken bazılarının içerisine dâhil oldum. Artık o gruplarla eskisi kadar sıkı bağlarım olmasa da, onların sayesinde bugün halen görüştüğüm sıkı dostlar edindim. Ayrıca kazandığım bilgi ve tecrübe de işin cabası oldu.

Kısacası sizler de yürüyüş, bisiklet, fotoğraf, el işleri, sanat faaliyetleri gibi girişimlerde bulunabilirsiniz.

Bunları yaparken sosyal medyadan, internetten, teknolojiden tamamen uzak durmak zorunda değilsiniz, ama moda deyimiyle bir “teknolojik detoks” yapmanızda fayda var.

Sevgilerimle.

Sakarpiyon

Oğuz Sakarpiyon Kimdir?

Resim

İstanbul’da yaşıyorum, özel bir bilgisayar şirketinde Bilişim, Sosyal Medya Danışmanı ve aynı zamanda serbest fotoğrafçı olarak çalışıyorum. Şimdi bazı arkadaşlar gibi “çocukken acayip fotoğraflar çekerdim, harika çocuktum, fotoğraf dehasıydım, fotoğraf için doğmuştum” gibisinden söylemlere falan girmeyeceğim.
2007 yılından beri profesyonel olarak dijital fotoğrafçılıkla uğraşıyorum ve teknolojinin her nimetinden faydalanıyorum. Sanatsal fotoğrafların dışında, Gelin-Damat (Düğün), Doğum-Bebek, Moda, Kişiye Özel Portre, Ürün, Katalog, Mimari ve 360 derece Mekan fotoğrafları çekiyorum.
Arada sırada da kısa karalamalarımı sosyal medya üzerinden #DeliDefteri etiketiyle Berduş mahlası altında yayınlıyorum.
Böyle duyurdu Berduş!

“Es geçtiklerin sonra seni sollar geçer !”

Selamlar;

2014 yılında bende kendimi ve blogumu yenilemek istedim.

Bunun için her ay farklı fikirler ve farklı kişileri bloguma davet ederek misafir blogger olarak yazılarını yayınlamaya karar verdim.

Ocak ayı konuğum: Dolly Karlıyol Tosun.

Konu: iş dünyası, yaşam ve deneyim.

Umarım beğenirsiniz :

“Es geçtiklerin sonra seni sollar geçer !”

“Es geçtiklerin sonra seni sollar geçer !”

Kuşaklar değiştikçe hayatın kuralları da iş dünyasının kuralları da hızlıca değişiyor ve değişmeye devam edecek.

Fakat evrenin bazı kuralları yıllar geçse de değişmiyor.

Bu aralar etrafımda gözlemlediğim eleştirecek ve yazım konusu olacak o kadar çok şey var ki!

Ama ben “es geçilen insanlar” konusunu ele almak istedim.

Şimdi diyeceksiniz ki bu ne demek?

Şirketlerin en alt kademeli çalışanları, küçük markaların küçük insancıkları, işe yeni başlayan ve yüzüne bakmadığımız insanlar…

İnsanoğlu/iş dünyası böyledir: “Küçükleri ezer, büyükleri severler!”

Maalesef ülkemizde iş dünyasına yeni adım atanlar desteklenmez, hatta insanların elinde olsa kösteklemenin babasını yapmaya çalışırlar.

– “Piyasalar kötü yeni iş neyine…”

– “Yok ya, o işten para kazanılmaz…”

– “Çok blogger var, seni kim okuyacak ki…”

– “Bak filanca kişi bunları yaptı, sen yapabilecek misin ki?”

Bunun gibi örnekler uzar gider…

Önce ızdırap gibi çöken cümlelerden sonra, piyasada sizi küçümsemeye başlarlar.

İş vermek istemezler, burun kıvırırlar, şans tanımak istemezler, telefonlarınıza çıkmazlar.

Hele o arkadaşlar yok mu, o arkadaşlar, destek olmanın bilinmediği bir âleme taşınırlar.

Siz de çabalar, çabalar durursunuz.

Kimi bu çarkta sivrilmeyi becerir, kimi de arada kaynar gider maalesef.

Fakat bir an bir bakmışsınız o küçümsediğiniz, eleştirdiğiniz, burun kıvırdığınız kişi çok çok yüksek yerlerde.

Evet, o zaman ne olacak?

Dijital baskı sektöründe yaklaşık sekiz sene çalıştım.

İnanın çok zor bir sektördür.

Hatta ben orası için zurnanın son deliği derim.

Herkes işi geciktirir ve kabak son delik olarak dijital baskı şirketlerine patlar!

Yine bir cumartesi çalışıyoruz ve mesai bitimine yarım saat var.

Bilirsiniz o saatler geçmek bilmez. Neyse tam toparlanalım mı derken; kapıdan bir kadın girer.

Elinde küçücük, minnacık bir işle çıkagelir.

İşin küçüğü büyüğü olmaz iş iştir diyeceksiniz ama inanın bazı küçük işler büyük işlerin 10 katı yorucu olabiliyor ve insanı çok uğraştırabiliyor, hele de baskı işi ise!

Neyse tabi benim moraller sıfır, kaçan Cumartesiye mi yanayım, küçücük bir işle kalakaldığıma mı yanayım, neye yanayım diye düşünüyorum…

Orda iki alternatifiniz var: Surat asıp işi tamamlayıp vermek ve kadın arkanızdan “Allah kahretsin, nerden geldim buraya” deyip sizi anılarından çıkartacak.

Diğer alternatif ise her şeye rağmen bunda da bir keramet vardır deyip sabır bankanızda kalan son bonusları kullanarak ve gülümseyerek müşteriye yaklaşmak.

Açıkçası asık suratla yaptığım işlerde oldu. Burada kendimi poh pohlamanın anlamı yok. Allah biliyor ya söylenerek, oflayarak puflayarak yaptığım da birçok iş oldu.

Ama ben size oflamadığım zamanlarda yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.

Kısa bir sohbet,  konuştukça açılan Dolly ve havalarda uçuşan gülümsemeler ile iş teslim edilir. Kadın memnun vaziyette kapıdan çıkar ve bilinmeyene doğru yol alır.

Yaklaşık 5 ay geçer ve sekreter bana isimsiz bir telefon bağlar.

–          Merhaba, beni tanıdınız mı? Küçücük doğum günü kartları yaptırmıştım.

–          Aaaa evet hatırladım nasılsınız

–          Çok iyiyim xxxx (Türkiye’nin ileri gelen bir markasının ismini söyler) firmasında reklam müdürü oldum ve senelik dijital baskı işlerini sizinle yapmak isterim

“Suratımı görmeniz lazımdı” dediğiniz anlar olur ya; keşke biri benim o anımın fotoğrafını çekseydi!

İçten içe burun kıvırdığım küçücük bir iş ve ne olduğu belirsiz bir kadının bana yaptığına bak hele.

Bu kadın sayesinde, o marka ile 5 sene boyunca iyi cirolar yaptık sonrasında ben işten ayrıldım zaten J

Bu deneyim bana öyle bir ders verdi ki, tokat gibi çarptı yüzüme.

Ve ben bundan sorasında iş ile alakalı karşılaştığım herhangi birine karşı asla küçük, deneyimsiz, boşver bununla iş mi olur dememeyi öğrendim.

Sakın bu bir çıkar, menfaat diye düşünmeyin.

Bunun bir test olduğunu ve Allah’ın bu tip insanlar ile bizleri denediğini anladım.

Sınavı geçersen kocaman bir nimet paketi seni bekler.

Yok, burun kıvırırsan “Es geçtiklerin sonra seni sollar geçer!

Sende sadece arkalarından baka kalırsın…

Sevgi ile kalın…

Dolly

http://www.lapetitedolly.com

Dolly Karlıyol Tosun Kimdir ?

Resim

Dolly Karlıyol Tosun, tam bir YAY burcu kadını!
Annemin karnındayken bile tepinen bir enerjiye sahipmişim ve doğduktan sonra da şükür enerjimden hiç bir şey kaybetmedim.
(Meraklı, canlı, konuşkan, girişken, komik ve renkli bir kişilik olmaya çalışıyorum diyelim )
Terzi bir babaanne ve kuaför bir anneannenin torunuyum.
Sanata, modaya, ölümün ötesine, astrolojiye ve bilinmeyene olan ilgim her zaman vardı.
Aynı zamanda insanlarla iletişimi ve sosyal olmayı çok seven biriyim.
17 yaşımdan beri kurumsaldan, reklamcılığa kadar bir çok sektörde  çalıştım.
Ta ki “bir gün ben ne yapıyorum? ne zaman hayallerimi gerçekleştireceğim?” diyene kadar…
Yaklaşık 2 senedir stil danışmanı ve bloggerım.
Tosun Paşamın karısı, 4 minişimin (kedilerimin) de anasıyım 🙂

“ Keşke ” leri azaltıp “ İyi ki ” leri çoğaltmak !

 

Blog Fırtınası

Gün 10. Eskiden yazdığınız bir şeyi bulun.

Girişini ya da tamamını tekrar yazıp ona yepyeni bir ton verin.

 

Eskiden  “Keşke” yi o kadar çok kullanırdım ki;

Keşke aşağı, keşke yukarı..

Sanırsın imparator doğduk da sonradan dilenci olduk…

 

Görsel

Hep büyük beklentiler ve tabii karşılığında da doyumsuzluk, hakimdi bende

Doyumsuzluk sadece benim için değil, tüm insanlar için geçerli aslında.

Çünkü insanoğlu, sahip olduklarının değerinin farkına varmadan, onları korumak yerine daha fazlası için her zaman talepkardır.

Neden bilemiyorum.

Fakat bir gün kafanızda bir şimşek çakıyor ve düşünmeye başlıyorsunuz; sonunda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, düşünme yerini sorgulamaya bırakıyor.

Kaybettiğiniz zamanın değerini,ancak kendinizi sorgulamaya başladığınız zaman anlayabiliyorsunuz

İnsanın en değerli hazinesi elinden sürekli akıp giden, hep istediği ama bir türlü tutamadığı “zaman”dır aslında.

Nesillerden beri insanoğlu, açgözlülüğü yüzünden istediği her şeyi elde etmek için savaşlar  vermiştir.

Toprak, hükümdarlık,şan, şöhret, para, pul, ve benzeri daha bir çok şey…

Adını siz koyun…

Bunları elde etmek için ise iki şeyini düşünmeden harcar: Emek ve Zaman

Fark edemediği gerçek ise: Elde etmek için peşinde koştuğu şey, o iş için harcadığı zamandan daha değersizdir.

Çünkü zaman tek yönlüdür ve hep ileriye doğru akar.

Yirminci yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi, Nobel ödülü sahibi ve izafiyet teorisinin mucidi: Albert Einstein’ ın, zamanın değerini çok güzel anlattığını düşündüğüm bir sözüne yer vermek istiyorum:

 

“Dünden öğrenin, bugün için yaşayın, yarın için ümit edin. Mühim olan asla sorgulamaktan vazgeçmemektir.”

Görsel

Zamanın kıymetini ve önemini anladığınız gün, hayatınızdaki “keşke” leri de farkında olmadan azaltmaya başlıyorsunuz.

Kafanızı kurcalayan soruların cevaplarını bulmaya başladıkça, öğrenme isteğiniz artıyor.

Böylece “ İyi ki ” kelimesine hayatınızda daha fazla yer ayırmaya başlıyorsunuz.

Sonra düşünüyorsunuz:

Görsel

” İyi ki ” zamanında boşa vakit geçirebilmişim…

” İyi ki ” zamanında bir çok ülke gezmişim…

” İyi ki ” ders çalışmak yerine futbol oynayabilmişim…

” İyi ki ” canım istedi diye yüksek sesle müzik dinleyebilmişim…

” İyi ki ” bu kadar çok şeyi yaşamıma sığdırabilmişim…

” İyi ki ” düşmanlarımdan daha fazla dost edinebilmişim

Neden mi ?

Çünkü bu hayatta zamanın değerini, yapmak istediğinizfarklı şeyleri ve aslında daha öğreneceğiniz çok şey olduğunu bu sayede kavrıyorsunuz.

Hayatta herşey bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ilerliyor.

Siz daha  sebebin ne olduğunu anlayana kadar sonuca ulaşamadan hayatınız geçiyor.

Anlamaya çalışmak yerine, anı yaşamaya bakın!

Nehirde akıntıya karşı  kürek çekmek yerine;  kendinizi akıntıya bırakın, kürekler sadece daha hızlı gitmenize yardımcı olsun.

“Keşke” leri azaltıp “iyi ki” lere  daha çok yer açın.

Ancak bu şekilde hayatın sizin için planladıklarını algılamaya ve size sunacağı hediyeleri kabul etmeye başlayabilirsiniz.

İgalBiton

Görsel