“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Blog Fırtınası

Gün 9.

Düşünün ki, bir kafedesiniz, başınızı kaldırdığınızda hiç ummadığınız kimi görmek isterdiniz?

“Kimi” kısmı size kalmış, buyurun yazıda anlatın.

“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Birden gözümü açıyorum.

En sevdiğim ülkelerden biri olan İtalya’dayım.

Milan’da bir kafe de oturmuş kahvemi yudumluyorum.

Ülkemden biraz uzaklaşmak, kendimle baş başa kalmak ve son birkaç ay içerisinde verdiğim yanlış kararların ve yanlış yönlendirdiğim ilişkilerin muhasebesini yapmak için birkaç haftalığına tatildeyim.

Görsel

Böyle zamanlarda yüzleştiğimiz yine kendimiz olmaz mıyız?

Evet, ben de karşımda kendimi görüyorum.

Herhalde “bir rüyadayım” diyorum.

Sanki buraya daha evvel gelmişim gibi bir his kaplıyor içimi…

O an kafamı kaldırıyorum ve bir adamın bana doğru yaklaştığını görüyorum.

O da ne? Bana çok benziyor ama sanki benim yirmi beş, belki otuz sene sonraki halim…

Saçı ve sakalına aklar düşmüş, gözlerinin altı ve alnı kırışmış, ama gülümsemesi hala benimki ile aynı…

Yaşını almış olmasına rağmen belli ki kendine güvenli tarafından pek bir şey kaybetmemiş.

Bana doğru yaklaşıyor, dökülmüş ve beyazlamış saçları, kırışmış yüz hatları ile içten bir gülümseme ile beni selamlıyor.

Neler olduğuna anlam veremeden kalakalıyorum.

“Allah’ım, bu bir rüya olmalı. Bu gerçek olamaz. Uyanmak istiyorum, Uyanmalıyım…”

Tarifsiz bir korku hissediyorum

Ama bir yanım ise neler olacağını merak ediyor.

Heyecandan kalbim ağzımda ve kafamı bu düşünceler kurcalarken, karşımdaki gelecekteki ben : ”Burası boş mu, oturabilir miyim? “diyor.

Panik oluyorum.

Bu gerçekten benim gelecekteki halim mi acaba?

“Hayır, olamaz. Küçüklüğümden beri uçsuz bucaksız bir hayal gücüm var ve öylesine güçlü ki, bana hep olur olmadık zamanlarda oyunlar oynar. Hatta çocukken öğretmenlerim bana sürekli “hayalperest” derlerdi. Yine hayal dünyasına dalmış olmalıyım” diyorum içimden.

“Şaşırma genç adam, evet ben ile sen arasında hiçbir fark yok, sadece ben senin biraz daha yaşlanmış halinim” diyor tüm sempatikliği ile gelecekteki ben.

“Hayır, bu gerçek olamaz  diyorum” karşımda anlamlı gözlerle bakan yaşlı halime…

Yine gülümsüyor.

“Aklın seninle oyunlar oynuyor zannediyorsun, ama öyle değil. Nasıl, neden, niçin sorularını hiç sorma. Zaten sana gelecekteki hayatın ile alakalı bir şey anlatmayacağım. Daha doğrusu anlatamam” diyor.

“Neden ?” diye soruyorum panik içerisinde.

“Çünkü…” diyor sevimli adam. Duraksıyor. Yutkunduktan sonra garsonu çağırıyor ve su istiyor.

Su gelinceye kadar konuşmuyor. Yaklaşık iki dakika kadar öylece duruyoruz.

Heyecanla bekliyorum. O an hayatımın en heyecanlı anlarından biri.

Garson suyu getiriyor. Gelecekteki ben, suyu bardağına yavaşça döküyor.

Su bardağa dolarken sanki an an zaman duruyor.

Her şey birden yavaşlıyor.

Gelecekteki ben’in su şişesinin kapağını açışını, tek eliyle bardağı tutuşunu saniye saniye, ağır çekim bir film gibi izliyorum. Bardağa dökülen su damlacıklarının havada ayrılışlarını ve tekrar birleşip bardağa dolduklarını görüyorum…

Zaman, hiç düşünmediğim kadar ağır ilerliyor.

Toplamda yirmi saniye süren bu olay bana sanki yirmi dakika sürmüş gibi geliyor.

Adam bardağa döktüğü sudan bir yudum alırken farkına varıyorum.  Zaman sanki eski hızına dönüyor. Ya da olayın heyecanından bana öyle geliyor, bilemiyorum.

“Çünkü geleceğin daha yazılmadı genç adam. Yani ben aslında yokum.” diyor.

Anlamaya çalışan, meraklı gözlerle yaşlı halimin yüzüne bakıyorum.

Ne diyeceğimi ve ne yapacağını bilemediğim bir çaresizlik içerisinde kalakalıyorum…

“Anlatması da en az anlaması kadar zor, aslında varım ama yokum. ” diyor karşımdaki adam…

Kafam öyle karışıyor ki, artık sinirleniyorum.

Sesimin tonunu yükselterek:

“Bu bir şaka mı? Eğer bir  arkadaşım seni buraya gelmen konusunda ikna etti ise bilmeni istediğim bir şey var ki, ben bu tip şakalardan hiç hoşlanmam ve hemen anlatmaya başlamazsan daha da sinirleneceğim” diyorum.

Yaşlı adam sakince tekrar gülümsüyor. Öyle içten ki, insanın kızgınlığını bir anda alabilen bir gülümseme…

” Biliyorum. Seni senin kadar iyi tanıyorum. Sakin ol lütfen. Maksadım ne seni kızdırmak, ne de şaka yapmak. Hem o işler için biraz yaşlı olduğumu fark ettiğini sanıyordum.” diyor.

“Amacının ne olduğunu bilmiyorum, ama hemen anlatmaya başlamazsan ben gideceğim ve istesen de anlatacak birini bulamayacaksın…” diyorum sinirli tavrımı devam ettirerek…

“Genç adam, benim kim olduğum hiç önemli değil. Beni şu an karşında görebiliyor musun? Asıl önemli olan bu ve sana anlatacağım şeyler. Sana bunları anlatırken bile sen hala bir rüyada olup olmadığını düşünüyorsun. Hiç değişmemişsin, farkında mısın bilmiyorum: küçükken de detaylar ile uğraşırken büyük resmi kaçırdığın zamanlar olurdu. Ama hala bir şeyleri değiştirmek için zamanın var. O yüzden sinirlenmek yerine sakin ol ve can kulağıyla beni dinle lütfen.”

Karşımdaki gelecekteki ben beni çocuk azarlar gibi azarlıyordu. Fakat o kadar iyi tanıyordu ki beni, doğru olduğuna inandığım şeyleri sükûnetle dinleyeceğimi biliyordu. Sadece dinliyorum peki dercesine kafamı salladım.

Gelecekteki ben devam etti:

” İgal: Sana geleceğinle ilgili hiç bir şey söyleyemem. Yani nerede yaşayacağın, kimle olacağın, nasıl bir hayatın olacağını bilemem.

Neden dersen; kader çizgini belirlemek hala senin elinde. Bazen karamsarlığa kapılabiliyorsun, biliyorum.

Ama senin hayatta en değerli özelliklerinden biri; gülen yüzün ve problem çözmedeki yeteneğin olmuştur.

O yüzden kendine güvenmekten vazgeçme. Ne olursa olsun, hangi durumda olursan ol kendine güven.

Başaracağını bil. Çalışmaktan hiç ama hiç yılma.

Okumak ve yazmak hayat felsefen olsun çünkü  onlar  hayat savaşında silahın ve kalkanın olacaklar.

Umutsuzluğa kapılma çünkü ne olursa olsun dostların hep yanında olacak ve seni hiç yalnız bırakmayacaklar.

Hayatının ne kadar anlamlı ve kaliteli olacağı da seçeceğin bu yollara bağlı.

O yüzden tercihlerini yaparken çok iyi düşün.

Bazı tercihleri sadece bir kez yapabilirsin ve hayatın boyunca o tercihlerinle yaşarsın. ” dedi ve durdu.

Bir kaç saniye masaya baktı, gözlerini benden kaçırdı. Sonra tekrar bana, gözlerimin içine baktı.

” Ve hayal etmekten hiçbir zaman vazgeçme. Çünkü hayal etmek sahip olduğun en değerli yeteneklerden biri ve hayallerine, hayal ettiğin sürece sahip olabilirsin.”

Oturduğu yerden yavaşça doğruldu. Sanki gitmeye hazırlanıyordu.

Yaşadığım olayın şoku ile boğazım düğümlendi adeta hiç bir şey diyemedim. Sadece donuk ve duygusuz gözlerle bakakaldım.

Söyleyeceğim yüzlerce şey, soracağım onlarca soru varken; hiç bir şey diyemedim.

Kelimeler boğazıma dizilmiş, gözlerim dolmuştu.

Garip bir heyecan duyuyordum ve aslında biraz mahcuptum.

Karışmış ruh halim ile ağzımı açıp bir şeyler söylemek istedim.

Tam konuşacaktım ki; gelecekteki ben sanki anlamış gibi: “Gerek yok, o soruların cevabını ben veremem, onları zaman içerisinde kendin bulacaksın.” dedi.

Bütün bu olanlar bana bir ömür kadar uzun gelse de aslında hepsi beş dakika içerisinde yaşanmıştı.

“Hayatımın en önemli beş dakikası”

Hayal miydi yoksa gerçekten yaşandı mı hala tam olarak çözemediğim bir beş dakika.

Bildiğim tek şey: aldığım eğitimler ve öğrendiğim onca şeyin ardından insanın hala öğrenebileceği çok şey olduğuydu.

Bazen insan; hayatının en önemli derslerini yine kendisinden öğrenebiliyor, üstelik beş dakika içerisinde…

İşte bu zamanlarda, hayat sizi şaşırtmaya devam ediyor demektir.

Hayatın beni şaşırttığı gibi, sizleri de şaşırtması, iç sesinize kulak vermenizle mümkün…

Unutmayın iç sesiniz hep doğruyu söyler…

İgal Biton

Görsel

” Güven “

Blog Fırtınası

Gün 4. Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın.

” Güven “

Genç kadın yağmurda yürüyordu. Islanmıştı ve üşüyordu…

Aslında yaşadıklarının yanında yağmurda ıslanmak, hasta olmak gibi şeyler o kadar önemsizdi ki.

Eğreti tuttuğu şemsiyesini indirdi ve yağmurun üzerine yağmasına izin verdi…

Görsel

Aralık ayıydı.

Dışarıda insanın içine işleyen bir soğuk vardı.

Yağmur ve havanın ayazından insanlar kabuklarına çekilmişti ve sokak çok tenhaydı.

Hava kararmaya başlamıştı. Issız bir sokakta yağmurda tek başına ne yapıyordu?

Görsel

Yağmur damlaları üzerine düşerken genç kadın ürperdi

Düşünceleri o kadar yoğundu ki zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadı.

Ne yapacağı hakkında fikri yoktu.

Yaşadıklarını ilk defa yaşıyor ve çıkış yolu bulamıyordu.

“Başıma ne geldiyse iyi niyetimden geldi.”  diye düşündü.

” Neden bu kadar çabuk güveniyorum ki insanlara? Sonunda hep üzülen ben olmuyor muyum?” diye geçirdi içinden…

Yasemin; yirmi beşli yaşlarda, kumral, ela gözlü, normal kiloda, güzel sayılabilecek bir kadındı.

Cenk ile yaklaşık 5 ay önce tanışmışlardı.

Cenk ise otuzlu yaşların hemen başında, esmer, koyu tenli, kahverengi gözlü ve hafif yapılıydı.

Cenk’ in fiziği dikkat çekecek kadar düzgündü.

İki genç, ortak bir arkadaşlarının doğum günü partisinde tanışmışlardı.

Kaçamak bakışmaları güzel ve samimi bir sohbet takip etmiş, gecenin sonunda ise Cenk Yasemin’den telefonunu istemişti.

Normalde çekingen bir yapıya sahip olan Yasemin, Cenk’ten bir hayli etkilenmiş olacak ki, telefonunu tereddüt etmeden verdi.

İlk buluşma, kahve sonra yemek derken, iki genç kendilerini yeni bir aşka yelken açmış buldular.

Her şey çok güzel gidiyordu, çok iyi anlaşıyorlar, beraber yemeğe, sinemaya ve  tiyatroya gidiyorlardı.

Ortak zevkleri, yaşam felsefeleri, karakterleri birbirlerine o kadar yakındı ki Yasemin uzun zamandan sonra aradığı aşkı bulduğunu düşünüyordu.

İlişkilerinin dördüncü ayında, Cenk, bir gün Yasemin ile konuşmak istediğini söyledi.

İki genç şık bir kafede buluştular.

Yalnız bu sefer Cenk’in canı çok sıkkındı.

Büyük babasının kurtulma şansının az olduğu ölümcül bir hastalığa yakalandığından tedavisinin çok masraflı olduğundan ve işlerinin hiç iyi gitmediğinden bahsetti.

Yasemin Cenk’in içinde bulunduğu durumdan çok etkilenmiş ve çok üzülmüştü.

Üzüntüsünü belli etmemeye çalıştı. Sevgilisine moral vermek için elinden ne gelirse yapacağını, bunu beraber aşabileceklerini, ona her zaman olduğu gibi bu konuda da destek olacağını söyledi.

Aradan iki hafta geçti.

Cenk artık Yasemin ile eskisi kadar sık görüşemiyordu. Sürekli iş toplantıları olduğunu ve geri kalan zamanlarda da büyükbabası ile ilgilendiğini söylüyordu.

Yasemin ise Cenk’i görmek ve gelişmelerden haberdar olmak istiyordu. Birkaç gün sonra Yasemin’in ısrarı üzerine tekrar buluştular.

Cenk artık fazla konuşmuyor, eskisi gibi gülüp, eğlenemiyordu.

Yasemin Cenk’in üzgün olmasına dayanamayarak yardım edebileceği bir şey olup olmadığını sordu.

Cenk işlerinin iyi olmadığını ve tedavi masraflarını artık karşılayamadığını söyleyince Yasemin çok şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı.

Tanıştıklarında Cenk, şık ve lüks bir dairede oturan, spor bir araba kullanan, iyi giyinen, bakımlı ve paraya ihtiyacı olmayan biri gibi duruyordu. Üstelik Yasemin’in bildiği kadarı ile Tekstil ihracatı yapan büyük bir fabrikanın sahibiydi.

Kafası karışan Yasemin bu durumla alakalı tek bir soru sormadı.

Cenk Yasemin’in gizleyemediği şaşkın bakışlarını fark etmiş olacak ki,  konuyu toparlamak için aslında durumlarının iyi olduğunu sadece nakit sıkışıklığı çektiklerini ve tedavinin çok  masraflı olduğunu söyledi.

Yasemin uluslararası bir firmada hukuk müşavirliği yapıyordu. Yaşına göre çok iyi kazanıyor, hatta İzmir’ de yaşayan ailesine de dönem dönem maddi destekte bulunuyordu.

Uzun süredir para biriktiriyordu. Bir hayali vardı: Dünyayı gezmek…

Fakat sevdiği adam böylesine mutsuzken hayallerini gerçekleştirmenin kendisini de çok mutlu etmeyeceğini düşündü.

Yasemin için sevgi her şeyin üstündeydi…

Fazla düşünmedi.

Cenk’ e direkt konuyu açtı ve “Seni böyle görmeye dayanamıyorum Cenk, tekrar mutlu olmanı istiyorum. Benim biraz birikmiş param var, nakit sıkışıklığın geçene kadar seni idare eder.” dedi.

Cenk başta reddetti fakat Yasemin’in ısrarcı tavrı karşısında kabul etmek zorunda kaldı.

Bir kaç gün sonra Yasemin bankadaki tüm parasını çekerek Cenk’ e verdi.

Sevgilisini tekrar mutlu görmek onun için her şeyden önemliydi

Ne var ki, bir süre sonra Cenk Yasemin’in telefonlarına cevap vermemeye başladı.

En son aradığındaysa Cenk’ in telefonuna ulaşılamıyordu.

Bir hışımla işten çıkan Yasemin, sevgilisinin yaşadığı lüks rezidansa doğru yola çıktı.

Vardığında güvenlik görevlisi Cenk’ in birkaç gün evvel dairesini boşalttığını ve yeni adresi bilmediğini söyledi. Sanki yer yarılıp içine girmişti ve kimse yerini bilmiyordu.

Yasemin sevgilisine o kadar aşık ve güveniyodu ki, hiçbir zaman onun işyerini tam olarak öğrenmeye ihtiyaç duymamıştı.

Cenk’ in kaybolmasının ardından, aslında Cenk’ in sahip olduğunu söylediği firmanın aslında hiç olmadığını öğrendi.

Ortak arkadaşları da Cenk hakkında pek bir şey bilmiyordu.

O gece orada bulunmasına sebep olan arkadaşları da tesadüf o ki, Cenk ile aynı dönem ortadan kaybolmuştu.

Yasemin, yaşadığı ilişkinin sahte olmasına mı, yoksa sevdiği adam tarafından dolandırılmasına mı üzüleceğine şaşırmıştı.

Güvendiği, aşık olduğu adam onu dolandırarak kayıplara karışmıştı.

Bu gerçekle yüzleşmek hayli zordu, “bir daha kimseye güvenmeyeceğim” diye geçirdi içinden…

Aslında bu çözüm değildi.

Çözüm ; “kimseye güvenmemek” değil, kime güveneceğini bilebilmek için küçük ve hasarsız deneyimlerle kişileri doğru tanımaya çalışmaktı.

Bu hikayeden çıkarılacak ders: İlişkiler de kişiler de hayatın doğal akışı içerisinde bazı sınavlardan geçerler.

Bu sınavları başarıyla geçenler, hayatımızda uzun soluklu kalırken, sınavı geçemeyenlerle yollarımız bir noktadan sonra ayrılır.

Kişileri gerçekten tanımak uzun ve meşakkatli bir yoldur.